"Bir Senin Sesin Eyler Gamdan Âzâde Beni"

Bir senin sesin eyler gamdan âzâde beni
Selâmın ganî kılar şâhdan ziyâde beni
Bî-ümîd olsam da endîşe-i istikbâlle
Tebessümün kâfîdir dâim dilşâde beni

Elif bilmez câhil idim cemâlini görmeden
Arz-ı keremin yetti nâgâh irşâde beni

Gam yegâne âşinâmdır dilde hicrânın varken
Bir vuslatın gark ider hadsiz neşâte beni (Hulûsî)

(Beni hüznün ellerinden ancak senin sesin kurtarıyor.
Selâmın bir padişahtan daha zengin kılıyor fakiri.

İstikbal endişesiyle ümitsizliğe düştüğümde
Bir tebessümün yeterli oluyor mutlu olmam için.

Yüzünü görmeden önce hiçbir şey bilmiyormuşum ben,
Ey elif-kâmet, keremin bir anda aydınlatıverdi gönlümü.

Senden ayrıldığımda tek dostum hüzün oluyor.
Kısacık bir kavuşma, sonsuz bir sevinç demek benim için.)

Savursun kokunu rüzgâr içime içime, vursun dalga dalga özlemin her sahilime, ay yüzüne ayna tutsun, turnalar bir haber iliştirsin kanatlarına sana dâir, eski fotoğraflardan bakışını devşireyim, yazık bana, “Bir şeyi gerçekten istersen kâinât sana hizmetçi olur.” diyenler haklıysa eğer, yazık ki, ne yana dönsem sessizlik, ıssızlık… Özledim!

Denize bakan uçurum kenarlarından haykırsam böyle, yüzüme çarpar öfkeyle sesim… Özledim! İçimde hiçbir şarkı, hiçbir şiir olmaksızın sabahtan akşama, akşamdan sabaha ruhuma ne zaman eğilsem, dipsiz bir kuyu gibi uğulduyor: Özledim!

Bir sıfat, bir tasvir, bir benzetme bulamıyorum hâlime uygun; ne ırmağın denize duyduğu benimkine benziyor, ne günebakanın güneşe; ırmak denizden bir parça, günebakan güneşe nâzır… Ben senin bir parçan mıyım? Benim yüzüm sana dönük mü?

Bir köle boynuna astığı uzun bir sopanın ucuna astığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri delikmiş, sağlam olan kova her seferinde ırmaktan efendinin evine giden uzun yolu dolu olarak tamamlarmış da çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş.

Sağlam kova, başarısından gurur duyarken zavallı delik kova, görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan utanç duyarmış. Bir gün delik kova, köleye seslenmiş:
“Kendimden utanıyorum…”
“Neden?” diye sormuş köle. Kova cevap vermiş:
“Çünkü ben delik bir kovayım, görevimi hiçbir zaman tam olarak yerine getiremedim, senin her seferinde daha fazla yorulmana sebep oldum.”
Köle demiş ki:

“Efendimin evine dönerken geçtiğimiz yola dikkat ettin mi; yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu, diğer kovanın tarafında ise hiç çiçek olmadığını farkettin mi? Yolun senin tarafına çiçek tohumları ekmiştim. Irmaktan her dönüşümde seninle onları sulamış oldum, bu güzel çiçekler efendimin evini süsledi, güzelleştirdi…”

Bu bana benziyor işte, delik bir kova. Ama benim geçtiğim yol kenarına çiçek tohumu ekecek biri var mı? Eksikliğimi kazanca dönüştürecek biri? Hadi bu yazdıklarım çiçekler açtırsın kimi gönüllerde! Hadi adını bilmediğim dervişler ağlasınlar geceleri okuyup yazdıklarımı, hatırlayıp… Gün ortasında, tam da bir telaş içindeyken ansızın bir cümlem gönlüne düşsün de gözleri dolsun birinin, birinin içi titresin seni hatırlayıp, biri çıkıp içinin bozkırlarına, savursun özlemin yelelerini, koştursun gönlünü gönlüne doğru… Bir damla ağu gibi bozsun ağzımızın tadını özlemin, sensizliğe alıştıran lezzetler olmaz olsun!
Yok yok, böyle değil hislerim, hiçbir şey sensizliğe alıştıramaz, öyle yoksun, öyle sensizim ki!..

...

İçimin şenlikleri dindi. Göçmen kuşlar sürüler hâlinde uçuyorlardı göğümde, hepsi bir bir yere indi. Bakakaldım boşluğa...

Bir dağ gibi duruyorum karşında. Suskun ve kaba, hantal. Seslenirsen varım ben, seslenmezsen yokum. Seslenirsen bütün varlığımla koşuyorum sana, sen oluyorum, sesinin yankısı oluyorum, yankı oluyorum sesine, sende fânî oluyorum, sen ne dersen o oluyorum. Susarsan yokum, susunca dağ gibi kalıyorum karşında…

Nedir bu? Sesini duyduğuma şükretmeliymişim, öyle diyor bir yanım. Bir yanım yangın yeri oysa:
Bu, ayrılığın kanıtı. Upuzun özlemler, derin ayrılıkların mahsûlü. Ayrı olmasaydık özlemezdim. Derviş ayrı olamaz ki, şeyhinden; âşık sevdiğinden, kul Rabb'inden… Ayrı olmasaydık özlemezdim, özledim!.. Bu yüzdendi, bunun utancıydı karşında kalakalışımın nedeni. Konuşuyordun benimle, buna ihtiyacı vardı varlığımın, demek yaban düşecek kadar olmuştu kopuşum.
“Konuşmak yabancılıktandır, âşinâlar susar.” demişti biri. Benimle konuştun.

“Çok özledim!” dedim. Düşmek istedim sesinin bir noktasına, bir harfe gizlenip kalmak istedim, “Bana bir harflik yer bağışla lisânında, beni bu gurbet elde bir başıma bırakma!” diyemedim. Varsın cân harâb olsun, hayat turâb olsundu, sen olsaydın, senden bir parça olsaydım.

Ayşenur Vural ( şebnem dergisi )