Ah M(B)ine\'l-Aşk

Bir çoğalmadan ibarettir aşk, bir coşmadan, kabarmadan, büyümeden ibarettir.
Devamlı artmayan bir duygunun aşk olması ne mümkün?

Sözün var olduğu günden beri, en fazla sarf edildiği alan aşktır. Aşk
üzerine söylenmiş sözlerin sınırı yoktur. Belki söylenmemiş söz de yoktur;
ama her dönemde başka türlü söylenmekten dolayı çoğalan söz vardır. Söz nötr
bir varlıktır, üst derecesi kelam, alt derecesi laftır. Sözün kelam
derecesinde konusu aşktır. Söze en güzel manayı aşk verir. Bütün
boyutlarıyla sözü aşkla söylediğiniz zaman sözün güzelliğini hissedersiniz.
Bir cümleyi aşkla yazın; görün cümle ne kadar güzelleşir. Usulen yazılan
cümleden muhatabın alacağı pek bir şey yoktur.

Hayatin aşktan yoksun olduğu hiçbir zaman gösterilemez ki. Bitkinin hayati
olsun, insanin hayati olsun, dünyanın hayati olsun, bütün hayatların her
kademede aşka ihtiyaçları vardır.

Aşkla bakmak; yürekle bakmak demektir. Göz sadece bir fonksiyonu yürütür;
ama fonksiyonun içini dolduran, onu san'ata dönüştüren gönüldür. Biz
gözümüzle bakarız; ama gören gönüldür. Gönlümüzde aşk varsa, gözün gördüğü
güzeldir.

"Yalnızca bir türlü aşk vardır; ama görüntüleri binlerce türlüdür" der bir
bilge. Üç çeşidini söyleyelim: Aşk beşeridir; şakayla baslar, sorumluluk
getirir. Gözden girer, gönülde yasar. Surete meyledenler ziyandadır. Aşk
platoniktir; sohbetle baslar, zahmet getirir. Zihinden girer, gönülde yaşar.
Siretini süslemeyenler yol şaşırır. Aşk İlahidir; imanla başlar, vahdete
götürür. Gönülde doğar, gönülde yasar. Sırrı saklamayanlar, başını verir.

Aşk, Allahu Teala'nın "Bilinmeyi istedim kainatı yarattım" buyurduğu noktada
başlar. Ve oradan bir ırmak gibi birdenbire coşkuyla akar, binlerce yola
ayrılır, binlerce ırmak oluşur. Bir bastan binlerce baş oluşur. Onun için
bir türlü aşk vardır. Varlığımızı sürdürdüğümüz medeniyet birikiminin içinde
aşkın bütün çeşitleri mevcut. Bugün dahi mevcut, biz hangi boyutunda
yasıyorsak aşkın, o türlüsünü tadıyoruz demektir.

Beşeri aşkın (mecazi aşkın) İlahi aşka dönüşmesi tabii bir seyir. Pek çok
mutasavvıf İlahi aşk için beşeri aşkı ilk basamak olarak görür. Çünkü Allah
güzeldir, güzelliği sever. Mevcudattaki o İlahi kudretin eserine bakarak
ancak bir izden asıla gidebilir, görüntüden orijinale geçebilir manasında
beşeri aşkı ilk basamak olarak görmüşlerdir ve atlamışlardır oradan.

İşte; Leyla ile Mecnun. Leyla'nın bir beşer olarak aşkını Kays'in
biriktirmesi... Kays içinde büyüyen o aşkla ileride bir eşikten atlayarak
Leyla ile bütünleştirmesi... Buradan da ileri giderek başka boyutlara yol
alması…

Salt sırdır aşk. Aşk bir kişilik sırdır, iki kişiye müsaadesi yoktur. Zaten
aşk tekildir. Sevilen hiçbir zaman aşkın içinde değildir. Aşkın içinde seven
vardır o kadar. Sevilenin haberi bile olmayabilir aşktan, olması önemli de
değildir üstelik. Aşk tekil olduğu için sırları da, kederleri de, acıları
da, firkati de, hicranı da, gözyaşı da, ateşi de tekildir. Yani içinde
bulunduğu ateş sadece bir kişiyi yakar, gözyaşı da bir kişiden akar,
ayrılığı bir kişi çeker. Aşkı bunlar çoğaltır, aşkın "eksilmeyen fakat
artan" özelliği ayni zamanda buradan beslenir. Gözyaşı aşkı artırır, hicran,
hasret bu duygular aşkı devamlı büyütür, katmerler, yuvarlar bir çığ gibi.
Yani aşk, acı çekmeyi bastan göze almayı gerektiriyor. Aşkın bir tarifi de
acı ve bütün bu acılardan duyulan mutluluk. Onun ötesinde de insanin
kabiliyeti. Aşk her gönülde ayni kıvamda varolamaz. Gönül medeniyetindeki
gönüllerimiz aşkı değişik boyutlarda alacaktır, o zaman işin içine sırrı da
girer. Yani benim sırrım benim kalbime sığacak olan kadardır, daha ötesini
kaldıramaz. Sır, acı ve hasret varsa aşk vardır ve o aşk tekildir bir kişiyi
ilgilendirir.

Biz aşkı genel kabulümüzde "beşeri aşk" derken bir zaaf olarak algıladık
"İlahi aşk"i da bir hedef olarak gördük. Beşeri aşkın ve İlahi aşkın
ikisinin de ayni anda ve ayni bünyede tezahürü bir geçiş itibarıyla
mümkündür.

Ahsenü'l-Kasas buyurulmuş Yusuf Suresi'nde; aşkı anlattığı için bu sure.
Mevlana "Zeliha o hale gelmişti ki..." diyor, "... çörekotundan öd ağacına
kadar her şeyin adi Yusuf'tu onun için. Yusuf'un adini başka adlara
gizlemişti, mahremlerine bu sırrı söylemişti. Mum ateşte yumuşadı, dese;
sevgili bize alıştı, yüz verdi, demiş olurdu. Bakin ay doğdu, dese; söğüt
dalı yeşerdi, dese (...); başım ağrıyor, dese; başımın ağrısı geçti, iyiyim,

dese hep ayrı manaları vardı bu sözlerin. Birini övse onu överdi, birinden
şikayet etse onun ayrılığını söylemiş olurdu. Yüz binlerce şeyin adini ansa,
maksadı da Yusuf'tu onun, dileği de..."

Hiçbir insan bir kadına aşık olmayı veyahut da bir kadının bir erkeğe aşık
olmasını, "beşeri aşk" dediğimiz duyguyu yadsıyamaz, ayıplayamaz. Ne din, ne
de yasalar yasaklamıştır aşkı; yürekler Allah'a aittir çünkü. Gönül ki Allah'ın
evidir, aşkın her çeşidine itibar eder.

Bütün milimetrekarelerinde ayni sevgili olmayan bir gönül aşkı bilir mi
acep?!. Bir kuru yakınlaşmayı, ilgiyi, arzuyu aşk sanarak yaşanılan ömür
adına va veyla ve va esefa!..

Alem bir ask için yaratılmış ve "Aşk imiş her ne var alemde!...

"Muhabbetten Muhammed(Aleyhissalatu Vesellam) oldu hasıl
Muhammedisiz Aleyhissalatu Vesellam) muhabbetten ne hasıl."

Sevgi üzerine kullanılabilecek bütün mecazları üstüne alınmadır aşk. Aşk
acıdır, hasrettir. Hicran ve hayrettir, firkat ve gurbettir. Gözyaşı ve
ahtır; tazarru ve münacattır. Aşk ölümdür, can vermedir, kurban olmadır.
Canların birbirinde kaynayıp erimesidir; canların can özünde yitirilmesi ve
aranmamasıdır aşk. Parçalara böldükçe demiri, mıknatısı güçle bütün
parçaların yine birbirlerini aramalarıdır. Arama gücünü yitiren, zayıflatan,
küçülten parçalar bırakır; ancak birbirini kovalamayı.

Tasın içinde saklı olan ateştir aşk; bir kıvılcım çakınca kuşatır bütün evreni. Atom çekirdeği
etrafında saniyede iki bin kilometrelik hızla dönen elektronların karıdır
bu. Kudretin ve İlahi san'atin özündeki cevherden beşeri estetiğe akıp gelen
ilhamdır o. Bir şehre Ussak bir köye Asıklar adini vermektir. Aşk ki şiirde
Su kasidesi, mimaride Selimiye, musikide Ferahfeza'dir. Aşk, haddehanelerden
dökülen ateş, manaya gebe sözdür. Aşk, meşktir.

"Kim aşık olur da iffetini muhafaza eder, halini gizler ve bu yüzden ölürse
şehit olarak vefat eder." diyen bir hadis-i şerif rivayet ediliyor.

Kalplerimizin incelmesi, yüreklerimizin güzellikleri tatması ve tanıması
açısından her insanin aşka ihtiyacı vardır. Bunu yasaklayamazsınız. Fakat
gizlilik esastır. Aşık olan insan aşkını herkese ilan edemez, bu ayıp bir
şeydir. Çünkü sevgilinin adi onun için kutsaldır. Sevilen insanin eskiden
beri adinin ulu orta söylenmesi aşık'ı incitir. Aşık olmak değil, aşkı
söylemek ayıptır. Çünkü aşk bir sırdır dedik. Aşkı mutlaka kötü yorumlamamak
lazımdır. Çünkü aşk olgunlaştırıcıdır. Gönlümüzle, Allah'ın işaretlerini
görebilmemizi sağlayacak en önemli vasıtalardan birisidir aşk. Gönlü açmak
ancak sevmekle olur. Aşktan kaçış ta yoktur, siz istediğiniz kadar
yasaklayın o, kişiye bir gün gelir. Seyh Galib'in dediği gibi "Birden bire
bu aşkı bu tuhfe bulanındır." (Tuhfe:hediye)

Önce beşeri aşkın rafine edilmesi lazım, İlahi aşka yükselmesi için. Bir
insanin esine veyahut da bir başkasına beslediği aşk-i mecazi var. Daha
sonra bu insan Aşk-i İlahi'ye yükseliyor. Bu hal ailesine karşı olan aşkında
bir düşme göstermeyecektir. İlahi aşkın içerisinde beşeri aşkın cüzleri
zaten mevcuttur. İlahi aşka vasıl olmak bilakis beşeri aşkların temelini
sağlamlaştırır. Denizin içinde damla vardır; ama deniz damladan ibaret
değildir..

Aşk sayesinde insan ebedilik kazanır ve lamekan olur. Aşk bir hiçliktir
tasavvuf neşvesinde. Fakat o hiçlikte kendinizi "hiç" hissettikçe var
olursunuz ve hiçlik büyük bir varlığa sebep olur. Can verirsiniz; ama can
verdikten sonra yaşamaya başlarsınız, kendinizi feda edersiniz feda olduktan
sonra şöhret olursunuz.

"Güzelsiz olmazız amma oluruz etsiz ekmeksiz".

Beşeri boyutta aşkın mekanı ve zamanı çok kısıtlı, insanlar sadece birisinin
gözlerini görebiliyor. "Küçüksu'da gördüm seni, gözlerinden bildim seni"
gözlerinden başka bir yerinden de bilmesi mümkün değil zaten. Böyle bir
kıyafet, böyle bir toplum yapısı, sokakta olmayan bir kadın. Beşeri aşkın
sadece gözyaşı getirdiğini, sadece acı getirdiğini, dolayısıyla bizim
şairlerimizin de "sevgili" diye hitap ettikleri insanların ancak kokularını
duyabildikleri; saba yeli sevgilinin saçının kokusunu getirdiği zaman,
acısının en fazla olduğu, yoldan geçecek diye günlerce yolda beklemek, bir
haber gelecek diye bir süzgün bakışına, bir gamzeli bakışına muhatap olurum
diye günlerce uykusuz kalmak. Bütün bunlar içerisinde beşeri ilişki ve
birliktelik çok sınrlı. Bu sınırlılık aşkın bir gömlek daha yükselmesini
sağlayabiliyor. İçinizde büyütüyorsunuz, hasretin çoğalması aşkın da
çoğalması demek.

"Eyitti ol peri bir gün düşüne gireyim bir seb, Sevincimden nice yıllar
geçiptir görmedim uyku" : O sevgili bir gün bana dedi ki hadi gönlün olsun
rüyana gireceğim bir gece, bu sözü duyduğumdan sonra sevincimden nice yıllar
geçiyor hala uyku uyuyamadım. Böyle bir tek söz, bazen bir çift göz ömür
boyu süren bir aşkın merkezidir. Böyle bir toplumda o güzellikten, o sözden
yola çıkan insan İlahi aşka gidebiliyor.

Aşkın en büyük özelliği ruh terbiyesine müsait olması. Seven daima niyazda,
sevilen daima nazda. Sonuçta insanin yaratılısındaki özü, mutlak suretle
hissetmesini sağlayacak bir acı ve kederle kalbi yumuşatmak, mumları
eritmektir. Kalp mumlaşıp mum da eriyince ister istemez bir yanış, "Hamdım,
pistim, yandım" olur. Yanma son noktadadır. Artık çeşitli tecellileri kabul
etmeye hazırız; hoşgörü, affetme, sabır ve hatta bütün ömrünüz boyunca
ulaşacağınız duyguları kapsar. Bunu yapmadıkça, kalp çiğ kalır, ister
istemez meseleleri de hazmetmek zor olur. Onun için ayrılık vardır, acı ve
hasret vardır. Aşkta vuslat yoktur, vuslat olduğu an aşk yoktur. Vuslat
aşkın düşmanıdır üstelik.

Bugünün nisanlılıkları üç ay, evlilikleri iki-üç sene sürüyor. Çünkü aşk
diye yaşanılan şeyler riyakarca yürütülen bir oyundan ibaret. Her iki taraf
da gerçek yüzlerini gizliyorlar, karşı tarafa hoş gelecek geçici bir hale
bürünüyorlar. Oğlan bir simit alıp gelesiye kadar, kız yeni bir sevgili
bulabiliyor mu kendine, ona bakmak lazım. Bu kadar vazgeçilebilir duygulara
aşk diyebiliyorlarsa onu sorgulasınlar.

Aşk sorgulanmalıdır; bir ilgi midir, bir sevgi midir, bir tutku mudur.
Anormalliktir; ama bu anormalliğe geçiş sürecinde bizim duygularımızı hangi
derecede, hangi merhalede tuttuğumuza bağlı. Bir üstünlük, bir ayrıcalık
vesilesi yani. Oysa bugün hepsine aşk diyoruz, hatta cinselliğe bile aşk
deniyor, aşk yapmak aşk adına çok küçültücü bir şey üstelik. İnsanin bir
ilgiyi aşk sanması; onun aşkıdır; fakat aşkın ancak bir nebzesidir. İçinde
aşk yok değil mutlaka vardır; ama aşkın ne kadarıdır iste ona bakmak
lazımdır. Mutlak aşktan herkes ancak nasibi kadarını alabilir.

Bir şeyin aşk olabilmesi için tutkulu olması, patolojik olması, anormal
olması gerekir. İştahla yemek yerken hatırlayıp sevileni, yemek boğazda
düğümleniyorsa; derin uykularda görülen rüyadan sonra bir daha uyku
girmiyorsa gözlere, sen bir mecliste adi anıldığında onun, inziva engin bir
boyut kazanıyorsa, hamasi bir söylevin tam ortasındaki bir kelime, bir cümle
ne dediğini bilmezleştiriyorsa insani, iste odur aşk. O ki, göz kapakları
kapandığında karanlıkları son bulmuyorsa, ne cür'et aşktan söz edile!?.

Eskiler "Ah mine'l-Aşk" yani "Ah aşkın elinden!..." demişler. Galiba biz de
"Ah Bine'l-Aşk " yani "Ah aşka ulaşmak!..." demeliyiz.

İskender Pala