Bayatlasaydı Hüzün Böyle Kokardı...
Batıdaki yalancı baharların güneşini,
masum bir doğu ikindisine pay ederken mi yaktık yoksa dağların
başını? Tezek kokan pişmanlıklardan soyutlanan soysuz acılar
kemirirken kapıları, tavşana kızıp ta içmedik mi akşamların
demini ve kilitli kalmadık mı mum kokulu karanlık odalarda?
Hangimizin aklına geldi ateş olup yanmak,yakmak?
Diken olduk gülümüze sahiplenmek adına,
lakin sahipsiz ortada kala kaldık dalla.
Bir gül dikensiz de güzeldir ama
bir diken gülsüz batmaz hiçbir hüzne.
Ki bir şafak ayazıyla bozulmadı mı gülün bekareti...?
Doğum zamanı geldi, kayamadık suni sancıların samimiyetsiz
çağrısında kalabalıkların kirli, küçük ellerine...
Doğmadık ki hiç tebessümün titreyen ayalarından,
nasıl doğuralım cesur kahkahalar?
Toprağa küstü, fırınlarda açıyor şimdi çiçekler,
üzerine gelişi güzel serpiştirilmiş çörekotu renginde
yağmurlar... Böyle mi yazıyordu mevsimlerin çaresizliği
ve bu kadar sahipsiz miydi iklimler...?
Gözden uzak ama janjanlı gönüllerle kaplardık,
cin ali çarpılmadan önce kitaplarını...
Hani adam olamamanın verdiği ağır yükle kalan iki tel
saçını da biz döktük ya, hayatına burnumuzu sokarak,
"KOŞ ALİ KOŞ"
Ali koştu koşmasına da, biz onc(a) fiş sonrası hala yerimizde
saymaktayız aynı zamanda utanmamaktayız,
cüssesi hafif ama yüreği ağır cümleler kuramamaktan.
"Bakar mısın"lı sorularda kaldı görmelerin hafif meşrep tadı.
Görünmemenin verdiği hazla soyunduk ulu orta.
Yalanın yağından özenle üretilmiş tebessümler sürüldü piyasaya
ama bu değil kötü olan çok geçmedi ürünün taklidi tezgaha
düştü, buydu asıl mesele. Kim kazıklandı bu durumda?
Tohumu bozuk yeminler ekili susuşlardan arsız bakışlar
topladığımızda güz daha okula başlamamıştı ve okuyamıyordu
gazetelerde ki hükümsüz kayıp ilanlarını.
Ak sakallı kış dedenin dizinde dinliyordu,
sarı hüzünlerden bozma ayrılık hikayelerini...
Oyun sanıyordu ölümü o yaşlarda...
Hatta çok seviyordu bu oyunu ama kimse oynamıyordu onunla...
Bir susuşluk canı kaldı avazımın.
Kirletmeyeyim diye gökyüzünü, sırt üstü yatmıyorum uzun zamandır.
Ağzımı dayadım toprağa, her mevsim yeni türküler ekiyorum.
Yoruldum yağmurları beklemekten, İstanbul'u üzerime kilitledim,
nakaratlar susadıkça
ağlıyor,
ağladıkça,
çoğalıyorum.
masum bir doğu ikindisine pay ederken mi yaktık yoksa dağların
başını? Tezek kokan pişmanlıklardan soyutlanan soysuz acılar
kemirirken kapıları, tavşana kızıp ta içmedik mi akşamların
demini ve kilitli kalmadık mı mum kokulu karanlık odalarda?
Hangimizin aklına geldi ateş olup yanmak,yakmak?
Diken olduk gülümüze sahiplenmek adına,
lakin sahipsiz ortada kala kaldık dalla.
Bir gül dikensiz de güzeldir ama
bir diken gülsüz batmaz hiçbir hüzne.
Ki bir şafak ayazıyla bozulmadı mı gülün bekareti...?
Doğum zamanı geldi, kayamadık suni sancıların samimiyetsiz
çağrısında kalabalıkların kirli, küçük ellerine...
Doğmadık ki hiç tebessümün titreyen ayalarından,
nasıl doğuralım cesur kahkahalar?
Toprağa küstü, fırınlarda açıyor şimdi çiçekler,
üzerine gelişi güzel serpiştirilmiş çörekotu renginde
yağmurlar... Böyle mi yazıyordu mevsimlerin çaresizliği
ve bu kadar sahipsiz miydi iklimler...?
Gözden uzak ama janjanlı gönüllerle kaplardık,
cin ali çarpılmadan önce kitaplarını...
Hani adam olamamanın verdiği ağır yükle kalan iki tel
saçını da biz döktük ya, hayatına burnumuzu sokarak,
"KOŞ ALİ KOŞ"
Ali koştu koşmasına da, biz onc(a) fiş sonrası hala yerimizde
saymaktayız aynı zamanda utanmamaktayız,
cüssesi hafif ama yüreği ağır cümleler kuramamaktan.
"Bakar mısın"lı sorularda kaldı görmelerin hafif meşrep tadı.
Görünmemenin verdiği hazla soyunduk ulu orta.
Yalanın yağından özenle üretilmiş tebessümler sürüldü piyasaya
ama bu değil kötü olan çok geçmedi ürünün taklidi tezgaha
düştü, buydu asıl mesele. Kim kazıklandı bu durumda?
Tohumu bozuk yeminler ekili susuşlardan arsız bakışlar
topladığımızda güz daha okula başlamamıştı ve okuyamıyordu
gazetelerde ki hükümsüz kayıp ilanlarını.
Ak sakallı kış dedenin dizinde dinliyordu,
sarı hüzünlerden bozma ayrılık hikayelerini...
Oyun sanıyordu ölümü o yaşlarda...
Hatta çok seviyordu bu oyunu ama kimse oynamıyordu onunla...
Bir susuşluk canı kaldı avazımın.
Kirletmeyeyim diye gökyüzünü, sırt üstü yatmıyorum uzun zamandır.
Ağzımı dayadım toprağa, her mevsim yeni türküler ekiyorum.
Yoruldum yağmurları beklemekten, İstanbul'u üzerime kilitledim,
nakaratlar susadıkça
ağlıyor,
ağladıkça,
çoğalıyorum.
Konular
- Her çocuk potansiyel bir dahidir
- Kurallara uymak ya da aşırı kuralcılık
- Tüm öğrencilerle nasıl ilgilenebilirim saçmalığı
- Otorite mi sindirme mücadelesi mi
- Sınıf dış hayatın kopyasıdır
- Suçlu sadece suçu işleyen değildir
- Çocuklar tüm gün zaten okulda
- Başarısız öğrenci yoktur, başarısız öğretmen vardır
- Zengin çocuğu şımarıktır felsefesi
- Öğretmende kemikleşen önyargı duygusu
- Öğretmenin ailevi sorunları okula yansır
- Öğretmen sürekli okuyup kendisini geliştirmeli
- Öğrenci veya veliyi suçlamak öğretmenin acziyetidir
- Sığ öğretmenler kendisini gösterir
- Öğretmen, öğrenci ve veli sorunları
- Öğretmen çözüm üretmeli seçenek sunmalı
- Sorunlu öğrenciler birbirinden uzaklaştırılmalı mı
- Öğretmen veli ile işbirliği yapmak zorunda
- Öğretmene rüşvet vermek caiz midir?
- Veliden kaçan öğretmen modeli
- Öğretmenin çocuklarının başarısı var mı
- Eşinin mesleği ve başarısı öğretmene de yansır
- Çocuğun yetenekleri keşfedilmeli
- Dahi çocuk nasıl keşfedilir
- Emekli öğretmenin özel okulda ders vermesi
- Psikolojik şiddet uygulayan öğretmenler
- Öğretmenin ağzından çıkan kelimeler
- Velilere eşit mesafede olmak zorunda
- Veliler ve öğretmenler için eğitim programları
- Aşk ve hayal kırıklığı