Keskin Bıçak
Züleyha'nın Yusuf'a olan aşkı.. Tutku ve sevgi ile önüne geçilemeyen derin duygular. Keskin bir bıçak gibidir aşk. Aileleri eşleri bir arada tutan özdür.
Ailem köşesi, zehirliok ile yayın hayatına başlamış keskin bıçak sayfamızın devamıdır.
Bu bölüm, 2 Temmuz 2006 tarihinde yayın hayatına başlamıştır. Bugün aciz.net altında yayına devam etmektedir.
Aşk ve Delilik
Bir gün Delilik yakin dostlarını kahve içmek üzere evine davet etmiş.Herkes gelmiş. Kahveler içildikten sonra Delilik dostlarına saklambaç oynamayı önermiş.
-Saklambaç mı? O da nedir? diye sormuş Merak.
-Saklambaç bir oyundur. Sizler saklanırken ben yüze kadar sayacağım.Saymayi bitirdiğimde ilk bulacağım kişi benden sonraki ebe olacaktır.
Korku ve Tembellik dışındakiler Delilik'in önerisini derhal kabul etmişler.
-1..., 2..., 3... diye yüksek sesle saymaya başlamış Delilik.
Acelecilik, ilk bulduğu yere kendini atıvermiş.
Utangaçlık, her zamanki alışkanlığıyla bir ağacın gölgesine ilişmiş.
Neşe, bahçenin orta yerine doğru yönelmiş. Hüzün, saklanacak yer bulamadığından ağlamaya koyulmuş.
Kıskançlık, Basari'nin peşinden giderek yanıbaşındaki bir kayanın ardına sığınmış.
Delilik saymayı sürdürmüş...
Dünya Ayna Gibidir
Meşhur piyanist Arthur Rubisnstein konserlerinden birinde küçük bir kızın
hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyormuş.
Ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürerek,
küçük kızı başından savmaya çalışmış.
Kız, tereddüt etmeden şöyle demiş:
"Ellerinizin ne kadar yorgun olduğunu biliyorum ama,
inanın benim ellerimde sizinkiler kadar yorgun."
Arthur Rubinstein anlayamamış ve nedenini sormuş küçük kıza;
"Sizi alkışlamaktan.." demiş küçük kız..
Karşınızdaki size değer veriyorsa eğer,
siz de ona değer vermekten hiç korkmayın.
Ama onun için değeriniz yoksa ya da onun değer listesindeki yeriniz
listenin sonlarına doğruysa korkun ona değer verirken..
Dünya bir ayna gibidir;
siz onu gülümseyerek karşılarsanız,
O da size gülümser...
(alıntı)
Bir Kadını Ağlatmak
Bir kadini aglatmak çok zor degildir aslinda. Kadinlar her seye aglayabilir; bir filme, bir sarkiya, bir yaziya...
En az erkekler kadar yani!
Ama bir kadini yürekten aglatmak zordur. Eger bir kadin yürekten agliyorsa, aglatan onun yüregine ulasmis demektir.
Ama o yüregin degerini bilememis olacak ki aglatan, gözünü bile kirpmadan teker teker batirir ignelerini yürege!
iste o zaman koca bir yumruk gelir oturur bogazina kadinin.
Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canini çok acitir. Gözleri bugulanir kadinin sonra.
Aglamayacagim, der içinden. Ama engel olamaz iste.
Cünkü yüregine ulasmistir birileri ve igneler saplamaktadir.. Bu aciya ne kadar karsi koyabilir ki bir kadin.
ince ince süzülür yaslar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yagmur seli... Ve kadin aglar; hem de çok!
Sanmayin ki gidene aglar kadin! Gidenin giderken koparttigi yerdir onu aglatan, orada biraktigi yaradir.
Çiçekle Suyun Hikayesi
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar, ilk önceleri arkadaşlık olarak devam eder bu durum. Tabi ki zaman lazımdır birbirini tanımak için, gel zaman git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki suya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek etrafa kokular saçar ‘sırf senin hatırın için ey su!’ diye.
Öyle zaman gelir ki artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlar, zanneder ki çiçeğe aşık oldum ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek ‘acaba su beni sevmiyor mu?’ diye düşünmeye başlar. Çünkü su pek ilgilenmez çiçekle. Halbuki çiçek alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Eski Bir Mezar Yazıtı
Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çaliş. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun, bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol. Telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır. Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen. Hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış olmazsın. İşini öyle sev ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Acele Karar Vermek
Öykümüz ünlü Çin düşünürü, Taoizm'in iki kurucusundan biri olan Lao Çu'nun (Lao Tzu) devrinde geçer. Lao Çu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış.
Efendim köyde yaşlı bir adam varmış. Çok fakir. Ama imparator bile onu kıskanırmış.. Öyle dillere destan beyaz bir atı varmış ki.. Imparator at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. Insan dostunu satar mı?"dermiş hep..
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylüler ihtiyarın başına toplanmış.. "Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. İmparatora satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler..
Rüzgar Estiğinde Uyuyabilir misin?
Genç bir adam Amerika’nın batısındaki bir çiftliğe iş başvurusunda bulunmuştu. Çiftliğin sahibi ona özelliklerini sorduğunda genç adam kendine güvenen bir edayla şöyle cevap vermişti:
"Rüzgar estiğinde dahi uyuyabilirim"
Bu söz yaşlı çiftlik sahibinin kafasını çok karıştırmıştı, fakat bu zeki genç adamdan da çok hoşlanmıştı bu yüzden onu işe aldı.
Birkaç gün sonra yaşlı çiftlik sahibi ile karısı geceyarısı çok sert ve şiddetli bir rüzgarla uykularından fırladılar. Bir sorun çıkma ihtimaline karşı her yeri kontrol etmeye başladılar.
Pencere ve kapıdaki kepenklerin sıkıca kapatılıp kancalarının yerlerine takıldığını gördüler.
Çocuk Ne Yaşıyorsa Onu Öğrenir
Eğer, bir çocuk sürekli eleştirilmişse;
Kınamayı ve ayıplamayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk kin ortamında büyümüşse;
Kavga etmeyi öğrenir.
Eğer, bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa;
Sıkılıp, utanmayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse;
Kendini suçlamayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse;
Sabırlı olmayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk desteklenip, yüreklendirilmişse;
Kendine güven duymayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse;
Takdir etmeyi öğrenir.
Eğer, bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse;
Adil olmayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse;
İnançlı olmayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk kabul ve onay görmüşse;
Kendini sevmeyi öğrenir.
Eğer, bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse;
İnsanlar Vardır
İnsanlar vardır;
Üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi.
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı,
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı.
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz.
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz.
İnsanlar vardır;
Derin bir okyanus.
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi.
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız.
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır,
Coşkun bir akarsu.
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler.
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz.
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.
İnsanlar vardır;
Sakin akan bır dere. İnsan rahatlatır,
Huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır;
Yaşlı Bilge
Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
"Onlar dedi, benim için iki simgedir evlat.”
“Neyin simgesi” diye sordu çocuk.
“Iyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”
Dostluklar
Yüzyüze dostluklar vardır.
Güneşle ayçiçeğinin dostluğu böyle bir dostluktur mesela. Ayçiçeği sabahtan akşama kadar hiç ayıramaz yüzünü güneşten...
Uzak dostluklar vardır.
Denizlerin ortasındaki bir adayla, dağların arasındaki bir göl, birbirlerinin uzak dostlarıdır. Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine...
Sessiz dostluklar vardır.
Dilsiz bir adamla, duymayan bir başka adamın elleri arasında sessiz bir dostluk oluşur. Her şeyden konuşur sessizce bu eller...
Zorunlu dostluklar vardır.
Pazarla pazartesinin dostluğu gibi. Pazar ağır bir gündür, Pazartesi hızlı bir gün... Ayak uyduramazlar birbirlerine. Ama dost olmak, yanyana durmak zorundadırlar...
Uzun dostluklar vardır.
İkindi güneşinin altında uzayan gölgeler birbirlerine kavuşurlar ve uzun boylu bir dostluk oluşur aralarında...
Günün birinde ölen dostluklar vardır.
Bir Hiç Uğruna
İkinci dünya savaşı yıllarında, Alman'lara karşı mücadele eden bir Fransız birliğinde çarpışan iki arkadaştan biri ağır yaralanmıştı. Geri çekilen Fransız birliği, yaralı askeri çatışma alanında bırakmıştı. Yaralı askerin arkadaşı, çatışma alanına dönüp arkadaşını getirmek istiyordu.
“Arkadaşın herhalde ölmüştür” dedi komutan. “Onun cesedini getireyim derken kendi hayatını tehlikeye atmanın gereği yok.”
Fakat, askerin bitmek bilmeyen ricaları karşısında, komutan yumuşadı. Bir müddet sonra çatışma alanından geri dönen askerin sırtında, yaralı bir beden değil, bir ceset vardı.
“Görüyorsun” dedi komutan, “bir hiç uğruna hayatını tehlikeye attın.”
“Hayır” diye cevap verdi asker. “Onun benden istediği şeyi yaptım ve ödülümü aldım. Onu kaldırıp kollarımın arasına aldığımda, henüz ölmemişti.
Hayatımı Yeniden Yaşayabilseydim Eğer
Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim. Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım. Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.
Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım. Yerler leke olacak diye korkmazdım. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu “garantilidir” denilen hiçbir şeyi satın almazdım.
Karıncanın Taşıdığı Su
Nemrud İbrahim peygamber’in ateşte yakılması emrini verdikten sonra meydan yere odunlardan büyük bir yığın yapılmış. Odunları tutuşturmuşlar sonra. Alevler o kadar yükselmiş ki bulutların tutuşacağını sanmış çocuklar. Korkmuş kaçmış bütün hayvanlar. İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud’un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın, görsün; bir daha ona karşı gelmesin İbrahim peygamber.
Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan cehennemi ateşe doğru. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş hemen yanına yanaşıp: “Bu acelen niye? Nereye böyle?”
Ağzında bir damla su taşıyan karınca o bir damlayı ellerinin arasına alıp, “Duymadın mı” demiş. “Nemrud, İbrahim peygamber’i ateşte yakacakmış. İşte ateşin olduğu yere su götürüyorum.”
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma
Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.