Keskin Bıçak
Züleyha'nın Yusuf'a olan aşkı.. Tutku ve sevgi ile önüne geçilemeyen derin duygular. Keskin bir bıçak gibidir aşk. Aileleri eşleri bir arada tutan özdür.
Ailem köşesi, zehirliok ile yayın hayatına başlamış keskin bıçak sayfamızın devamıdır.
Bu bölüm, 2 Temmuz 2006 tarihinde yayın hayatına başlamıştır. Bugün aciz.net altında yayına devam etmektedir.
Yarına Ertelemeyin
Eniştem, kız kardeşimin odasındaki alt çekmeceyi açtı ve çok süslü bir paket çıkardı. “Bu,”dedi “bir iç çamaşırı değil, çok şık bir giysi. ”
Paketi açtı ve içinden harika, ipek, el yapımı bir iç çamaşırı çıktı. Ucunda onun astronomik fiyatını gösteren fiyat etiketi duruyordu.
“Jan bunu New York’a gittiğinde ;en az 8-9 yıl önce almıştı. Bunu asla giymedi. Çok özel bir günde giyeceğini söylerdi. Sanırım işte şimdi o gün geldi. ”
O çamaşırı aldı ve yatağın üzerindeki diğer giysilerin yanına koydu. Bu giysiler, cenazeyi törene hazırlayacak olan görevliye götüreceğimiz giysilerdi. Sonra eniştem tekrar o ipek çamaşıra dokundu ve hırsla çekmeceyi kapattı.
“Asla, hiçbir şeyini özel günler için saklama. Yaşadığın her gün özel bir gündür, unutma!” dedi.
Güzel Görebilmek
Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı.
"Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanırım çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salıncak dolu iki salıncak boş, dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, elele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine.
Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya."
Belli Olsun
İbrahim Peygamber 'i yakmak için müthiş bir ateş yığını hazırlayıp içine atmışlar.
O sırada gökte, ağzında küçücük bir kuru dal olan minik bir kuş belirmiş ve peygamberin üzerinden geçerken kuru dalı ateşe bırakmış.
İbrahim Peygamber kuşa seslenmiş: "O minicik çöpü atmışsın, bu koskocaman ateş için ne fark eder ki?"
Kuş, "Olsun, düşman olduğumuz belli olsun" demiş.
Az sonra minicik gagasına bir damla su ile bir başka kuş belirmiş ve o da suyu ateşin üzerine bırakmış.
İbrahim Peygamber ona da sormuş: "Bir damlacık suyu bıraktın ama bu kocaman ateş için ne fark eder ki?"
Kuş cevap vermiş: "Olsun, dost olduğumuz belli olsun."
alıntı
Doğru Çalışmak
İki arkadaş, bir ormanda ağaç kesiyorlardı. Birincisi sabahları erkenden kalkıyor, ağaçları kesmeye başlıyor, bir ağacı devirir devirmez, hemen ötekini kesmeye başlıyordu. Dinlenmek bir yana, öğle yemeği için bile kendine zaman ayırmıyordu. Akşamları ise, arkadaşı eve döndükten sonra da çalışmasını sürdürüyor, ondan birkaç saat sonra evine dönüyordu. İkinci adam, ağaç keserken zaman zaman dinleniyordu. Akşam hava kararmaya başladığında ise, daha fazla çalışmaya gerek duymuyor, gecenin karanlığı bastırmadan evine dönüyordu. İkisi de çalışmalarını bir hafta bu biçimde sürdürdükten sonra, ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başladılar. Sonuç, ikinci adam için değil ama, birinci adam için çok şaşırtıcı çıktı. Çünkü arkadaşı, kendisinden daha çok ağaç kesmişti.
Kabağın Bir Sahibi Var
"Vaktiyle Kalenderîyye yoluna mensup bir derviş, nefsle mücahede makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonraki makam Kalenderîlik makamıdır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir... Saç, sakal, bıyık, kaş… ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dostun Kim?
Dostluk, bu yapılması gereğine inanılan telefon görüşmeleri sırasında diğer insanların dedikodusunu yaparak karşılıklı birşeyler paylaşıldığını zannetmek değildir...
Dostluk, dost bildiğin kişinin en ince detaylarını bilme ihtiyacı ve gereği değildir...
Dostluk, dost bildiğin kişinin senin en küçük detaylarını bilmesi gerektiği değildir...
Dostluk, her hafta üç-beş kere görüşmek değildir...
Bir ay, bir sene, beş sene seni aramayan, senin de aramadığın bir insanı birdenbire arayıp; dertleşmek, hatır sormak istersen ve o insan da seni geri çevirmez, sanki daha dün konuşmuşsun gibi kaldığınız yerden konuşmaya devam ederse ve daha da önemlisi bu bir ay, bir sene, beş sene ayrılığa rağmen bu insanın başı gerçekten sıkıştığında yardımına koşacak ilk insanlardan biriysen ve aynı şekilde onun da öyle olduğunu biliyorsan EMİN OL Kİ.....
O kişi senin dostundur... Sen de O'nun...
Gül Yaprağı
Uzaklarda bir dergah vardı,burada bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Birgün dergahın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerideki kişi, kapıda duran yabancıya baktı.
Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, dergaha girmek ve burada kalmak istiyordu.Talip, bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Ümidini Yitirmeden
Bir kurbağa sürüsü ormanda yürürken, içlerinden ikisi bir çukura düştü. Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplandılar. Çukur bir hayli derindi ve arkadaşlarının zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyordu. Yukarıdaki kurbağalar, boşuna çabalamamalarını söylediler arkadaşlarına: “Çukur çok derin. Dışarı çıkmanız imkânsız.”
Ancak, çukura düşen kurbağalar onların söylediklerine aldırmayıp çukurdan çıkmak için mücadeleye devam ettiler. Yukarıdakiler ise hâlâ boşuna çırpınıp durmamalarını, ölümün onlar için kurtuluş olduğunu söylüyorlardı. Sonunda kurbağalardan birisi söylenenlerden etkilendi ve mücadeleyi bıraktı. Diğeri ise çabalamaya devam etti. Yukarıdakiler de, çırpınıp durarak daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürdüler.
Bilge Kadının Taşı
DAĞLARDA seyahat eden bilge bir kadın, bir dere kenarında değerli bir taş bulmuştu. Ertesi gün kadın başka bir gezginle karşılaştı. Adamın karnı çok açtı. Bilge kadından yiyecek birşeyler istedi. Kadın ona birşeyler vermek için çantasını açtığında değerli taşı gören adam, kadından onu da kendisine vermesini rica etti. Tereddütsüz:
“Olur” dedi kadın.
Aç gezgin, talihin nihayet kendisine yaver gittiğini düşünerek, sevinç
içinde ayrıldı oradan. Ancak, birkaç gün sonra o civarlara geri geldi ve bilge kadını bularak, taşı kendisine iade etti.
“Bana verdiğin taşın ne kadar değerli olduğunun farkındayım” dedi adam. “Ama düşündüm ki, sen de bu taştan daha değerli birşey var. Bu mücevheri verebilmeni mümkün kılan şeyi bana verir misin?”
(Uyarlama:İsmail Örgen)
Denizden Gelen Haber
Benim böyle bir arkadaşım var. Dün akşam beynimde gülle gibi oturmuş bir sıkıntıyla ona telefon ettim:
“Hemen bize gel,” dedi. “Eşim uyuyor, ben de kendime kahve pişiriyordum.”
Kalkıp ona gittim. Onunla geçen bir saatten sonra, onunla her görüşmemden sonra olduğu gibi, kendimi daha iyi hissediyordum. Derdim yine olduğu yerde duruyordu ama, eski korkunçluğunu yitirmişti. Sallanan iskemlesine oturup hiç konuşmadan can kulağıyla sizi, sıkıntınızı dinleyen Ken’in yanında rahatlamamaya imkân var mıydı ki...
“Ken” dedim. “İnsanın kafasındaki sorunları çözmekte üstüne yok. Bunu nasıl başarıyorsun?”
Gözlerinden başlayarak bütün yüzüne yayılan bir gülümsemesi vardı.
“Vallahi” dedi, “senden yaşlı olduğum için daha tecrübeliyim de ondan.”
Hayır mânâsında başımı salladım:
Göl Olmak
Çinli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştır. Bir gün çırağını tuz almaya gönderir. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırağı döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyler. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yapar ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başlar. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “acı” diye cevap verir. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tutar ve dışarı çıkarır.
Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürür ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyler. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sorar: “Tadı nasıl?” “Ferahlatıcı” diye cevap verir genç çırak.
Herşeyde Bir Hayır Vardır
Bir zamanlar Afrika da ki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının,ister iyi olsun ister kötü,her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!"
Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi: "Bunda da bir hayır var!"
Kral acı ve öfkeyle bağırdı:
Kamelyam
Serin kavak yelleri esiyordu başımda
Ümit ekmiştim nadasa bıraktığım tüm tarlalara
Alnımdaki teri kurutsam diye
Bağrımı açtığım rüzgarlar
Tutam tutam
Saçlarımı götürdüler
Nasıl anlatsam
Kurşun sıktılar hayallerimin
En umulmaz yerinden
Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek
Aşıklar sadece daha iyiyi umut etmeyi değil,
onu yapmak için çaba göstermeyi de öğrenirler.
Aşkı sıradan şeylerin tutsağı yapmak, onun tutkusunu almak
ve onu sonsuza kadar yitirmek demektir.
Gerçek sevgi, kimin daha kârlı çıkacağını düşünmeden
bir insana vermeyi düşünmektir.
Engellere üzerinden aşılacak fırsatlar olarak bakarsak
sadece çözüm bulmakla kalmayız,
kendimizin genel sorun çözme yeteneklerimizi de artırırız.
Sevgi yetişmek için en verimli toprağı sunar bize.
Sevgi, eski yaraları açmak değildir, onları kapatmaktır.
Ayağa kalkıp yaşamaya devam etmek demektir.
Kalp; tutkularımızın yaşadığı yerdir.
Çok narindir, kolayca kırılır ama inanılmaz derecede esnektir.
Kalbi aldatmaya çalışmanın anlamı yoktur.
Onun yaşaması bizim dürüstlüğümüze bağlıdır.
Yaşam; sevgiyle de korkuyla da yürütülse her zaman
Sâliha Bir Hanım Olmak
Güzel kizim, unutma!..
Sâliha bir hanim olmak; incelik ister, fedâkarlik ister.
Gönlündeki deryâyi costurup inciler devsirmek gerek. Sevmek gerek hanimliGi, anneliGir;
Merhametli olmaya bas koymak, gönül tasinla bütün âleme serin, berrak bir yaGmur olup kupkuru topraklari münbit hâle getirmek kolay deGildir, elbette.
Hazret-i Âmine'lik rûhuna bürüneceksin önce.
Kimdir Âmine? Ne demektir Âminelik rûhu?
Emâneti en iyi tasiyan demek. Hâmil olduGun yükün "emanet" olduGunu bilip, rûhun bu yük altinda ezilecek, dokuz ay çile çekeceksin.
Dilinden geçen zikri yüreGinde hissedeceksin ki, ardindan insanliGa numûne olacak bir "sadaka-i câriye" birakabilesin.
Sonra Hazret-i Hacer olup teslimiyet baGrindan zemzem akitmaktır; Yanacaksin, kosacaksin, aGlayip O'na dayanacaksin ki, zemzemler fiskirsin, kurak yüreklerden.
* * *
iki gözümün isiGi!