Makale

Sevgi Kadar Söz, Söz Kadar Sevgi

Büyük büyük sözler dökülüyor dudaklarımızdan. Öyle her kişinin değil, “er” kişinin elde etmeye muvaffak olduğu sevgiden, muhabbetten, zor ele geçen adaletten söz ediyoruz. Teraziye gelmez değerlerden olduğundan, kimde ne olduğunu bilmek için sarrafa ihtiyaç var.

Gelin biz kendi meziyetlerimizin sarrafı olup bu gün, tartalım elde olan varımızı. Misal, kalbimiz ne kadar geniş, bu genişlikte hangi duygular kendine yer bulmuş? Futbol sahası kadar büyük bir boşluk mu taşıyoruz yoksa kaburgalarımızın altında?

Güle kim âşık olmaz ki!

Bizim pazarımızda geçer tek akçedir gül.

Ümmi Sinan’ın deyişiyle:

Gül alıp gül satarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gülden terazi tutarlar
Çarşı Pazar güldür gül”.

Gül içimize işlemiştir bizim. Bir gül medeniyetinin çocuklarıyız hepimiz. Gül’le yatarız akşamları ve gülle uyanırız sabahları. Geceleyin terlemişsek mutlaka gül kokarız. Bahçemizde renk renk güller vardır her mevsim. Kırmızı güller, beyaz güller, sarı hatta mavi güller... Mevlidlerde gül suyu ikram ederiz konuklarımıza gül kokulu lokumla birlikte. Nişanlarda gül şerbeti içeriz. Hastalarımızı gül şurubuna katılmış ilaçlarla tedavi ederiz. Sezai Karakoç’un deyimiyle gül kokusunu Hızır’ın fısıltısı sayarız biz, baharın salavatıdır gül bahçeleri çünkü.

Çocuk Ruh Sağlığı Açısından Din Eğitimi

BAZI EĞİTİMCİLER çocuklara küçük yaşlarda din eğitimi vermenin laikliğe aykırı olduğunu, ancak ergenlik çağına geldiğinde hür iradesi ile buna kendisinin karar vermesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Bu görüş, gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ateist bir anne veya baba din eğitimine karşı olsa bile çocuğunu içinde yaşadığı toplumdan soyutlayamaz. Zira çocuk, yetişkinler gibi peşin yargılara sahip değildir. Çevresinde gördüğü herşeyle ilgilenir, öğrenme isteğiyle doludur, tarafsız bir gözlemcidir. İlk defa duyduğu ezan sesini yahut ilk defa gördüğü caminin ne olduğunu sorup öğrenmek isteyecektir.

Psikolog Antonie Vergote, Din Psikolojisi isimli eserinde, çocukların doğuştan din duygusuna sahip olduklarını söyler. İnsan sadece etten, kemikten ve kandan ibaret maddî bir varlık değildir. Onu diğer canlılardan ayıran doğuştan sahip olduğu ruh ve duygu zenginliğidir. İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek, sevilmek, bir inanca sahip olmak, kendisini değerli ve güçlü hissetmek ister. Bu da ancak bir aileye, bir topluma, bir vatana ve bir dine bağlı olmakla mümkündür.

"Aşk insana yetmez"

İNSANIN TEMEL ACILARINI konu alan bir kitap dizisini yıllar önce tasarladığını biliyorum. Bu dizi nasıl bir roman projesine dönüştü ve neden ‘İnsanın Temel Acıları’ üstbaşlığını taşıyacak olan bu ‘nehir roman’ların ilki aşka dair oldu. Aşkı ‘insanın temel acıları’ arasında, hem de ilk sırada ele alman, çoklarına biraz garip gelecektir de...

Şimdişurası bir gerçek ki, bu hayat kolay bir hayat değil. Bize verilen, hemen yanıbaşımızdaki varoluşumuzun anlam ve önemi çözülmediğinde ise, yaşamak dayanılmaz hale geliyor. Birçok psikiyatrik sorunun insanların çok değişik derecelerde yaşadığı varoluşsal kriz halinden doğduğu kanaatindeyim.

Aşkın Ölümü

Gitgide daha fazla insanın dünyasında aşkın öldüğü bir zamanda yaşıyoruz.

Kimileri, şehvetle aşkı karıştırıyorlar. Karşıdakini bir ‘insan’ olmaktan ziyade,

bir beden, hatta elde edilecek bir ‘av’ olarak görenler zuhur ediyor.

Bu ise, aşkı öldürüyor. Çünkü aşk ruhların beraberliğidir;

bedenlerin değil...

...

Hayatım boyu, ‘duygusal’ biri olmayı beceremedim. Bir ‘çocukluk aşkım’ olmadı meselâ. İlkgençlik yıllarım boyunca da, ne zaman kendimi ‘âşık oluyor gibi’ hissetsem, bunun bir ‘gibi’den ibaret olduğuna inandırdım kendimi. Aşk denilen şey öyle ‘-miş gibi hissederek’ gerçekleşen bir duyguysa çok temelsiz olmalıydı. Yok eğer aşk çok esaslı bir duyguysa, aşk, kendini ‘âşık oluyor gibi’ hissetmekten son derece farklı olmalıydı. Etrafıma baktığımda, ilkokul, ortaokul veya lisede âşık olduğu—yani, benim anlayışımca, âşık olduğunu düşündüğü—biriyle evlenmiş hiç kimse yoktu. Ama okul yıllarını ‘âşık oldum’ sarhoşluğuyla boşlayıp, hayatının ilerleyen yıllarında boşa kürek sallayan çoktu.

Kültür farklılığı evliliğinizi sarsmasın

Basit gibi gelse de her evde giyimden yemek kültürüne kadar bir dizi sorun yaşanır. Peki bunlar nasıl aşılabilir?
Sevgi ya da aşk her şeyi çözmüyor. Evlenmeye karar vermeyle birlikte bir seremoni süreci başlıyor. Kız isteme, nişan, nikah ve düğün. Beraber bir evi paylaşma, sorumluluklar, alışkanlıklar ve her yöreye has yaklaşımlar evlilik çatısının altında gerginliklere yol açıyor. Ne alınacağı, neyin getirileceğinden başlayan ve evlilik sonrasında ev içinde devam eden farklı kültürlerin kaynaşma problemi kimi zaman aşılamayarak evliliği bir zindana dönüştürebiliyor. Özellikle farklı bölgelerden yani bir Trabzonlunun bir Diyarbakırlıyla, bir İzmirlinin bir Vanlıyla ya da bir Edirnelinin Erzurumluyla evliliğinde kültürel farklılıklar kendini çokça hissettiriyor. Bu durum, giyim-kuşamdan yemek kültürüne, olaylara yaklaşım tarzına, ev içi sorumlulukların dağılımına kadar pek çok şeyi etkiliyor.

Çocuk bilgisayar kıskacında

Günümüzde, gelişen teknolojinin en önemli yansımalarından birisi olan bilgisayar hızlı bir şekilde yaygınlaşıyor. Bu yayılmanın günlük hayatımızdaki etkisini özellikle bilgisayarın evlerimize girmesiyle daha da yoğun hissediyoruz. Bu süreci 80’li yıllardaki televizyonlaşma furyasına benzetebiliriz.



Nasıl ki televizyonun faydaları olduğu gibi zararları da varsa bilgisayar da doğru kullanımla bir çok faydalar sağlayabilecek bir alet iken yanlış kullanımı, ne yazık ki, sorunlara yol açabilmektedir.

Özellikle 0-11 yaş döneminde, henüz kişiliğin oluşum evresinde olan çocukların zamanlarının büyük bir kısmını bilgisayar başında geçirmelerini hiç sağlıklı bulmuyoruz.



Bu aşamada bilgisayarın bir oyun ve iletişim aracı olarak kullanılması çocuğun zihinsel, fizyolojik ve psikolojik gelişimi üzerinde olumsuz etkiler bırakabilmektedir.

Eşinize Özel Alan Bırakın

Evlenen insanlar, eşlerinin kendilerinden tamamen ayrı şartlarda, ayrı değer ölçüleriyle yetiştiğini bilmeliler. Bu sebeple uyduğumuz ve mutlaka uyulması gerektiğini düşündüğümüz değer ölçüleri için eşimize biraz esnek bir alan bırakmalıyız. Çünkü onun da bize göre çok farklı değişmez değerleri bulunabilir.

Bildiğiniz gibi insan bir günde yetişmiyor. Yılların emeğiyle hazırlanan insan binasını öyle kolay kolay değiştiremeyiz. Bu arada, evlendiğimiz insanı bizim değerlerimizi onaylasın ve bundan başka bir talebi, farklı düşünce biçimleri de olmasın diye alıp almadığımızı, eğer böyle yapmışsak haklı olup olmadığımızı, haklı isek hangi hususlarda haklı olduğumuzu bir kere daha düşünmeliyiz.

Evlenen kadın veya erkek, evlendi diye, geçmişine çizgi çekmek durumunda mı olmalıdır?

Evlenen kadın veya erkek, evlendi diye, kendine ait özel çevresine çizgi mi çekmelidir?

Sen Aslında Sevmeye Hasretsin

İİçinde yaşadığımız karmaşık hayattan sıyrılıp, kısa bir an rahatlamak, başımızı dinlemek isteriz. Her insanın zaman zaman hissettiği bir duygudur bu. Kazandığımız paralar, edindiğimiz varlıklar, sürekli ilişki halinde bulunduğumuz insanlar, sahip olduğumuz makamlar, zaman gelir gözümüzde hiç olur. Bu varlığını hissettiğimiz, havasını soluduğumuz yaşama tarzından bir başka ifadeyle içinde öğütüldüğümüz çarklardan kurtulmayı düşleriz. Her insan böyle şeyler düşünmesine rağmen, bunun nasıl olacağını bilemez. Gezmeye gitse, eline olta alıp su kenarına koşsa, güncel değerlerin baskısından kurtulabilme maksadıyla kendisini spora verse, kimsenin uğraşmadığı şeylerle uğraşsa, yine de bu içini sarıp sarmalayan sıkıntıdan kurtulamaz.

Yunusça Sevgi

Açılır bağ-u bostanın,
Okunur dilde destanın.
Sen baktığın gülistanın,
Gülleri solmaz Allah’ım…

Çocuklarda Tolerans Dönemi

(14-19) YAŞ DÖNEMİ

Bu, çocukluktan çıkılıp gençliğe ayak basıldığı bir dönemdir. Gencin ruh dünyası alabildiğine fırtınalıdır. Akıl-baliğ (ergenlik) denilen bu dönemde çocuk kişilik bunalımları yaşar. Anne babanın çocuk üzerindeki otoritesi büyük ölçüde kaybolmuştur. Genç, anne babasından bağımsızlaşma sürecine girmiştir. Davranışlarını bir grup içinde geliştireceği, grup içinde reddedilmenin ona ağır geleceği grup baskısının çok yüksek olduğu bir dönemi yaşamaktadır. Kız-erkek grupları içinde kendini kabul ettirme çabalarının, çekici görünme isteğinin de bu dönemde gencin davranışlarını etkileyeceği bilinmelidir. Genç bu dönemde, anne babasından daha üstün olanların varlığını kabul eder. Arkadaş ve çevre etkisi ağırlık kazanır.

Bu dönem gençlerini daha yakından tanıyabilmek için, uzman kişilerce tesbit edilmiş belli başlı özelliklerini görelim.

Sevginin Farkına Varmak

İnsanoğlunun merakı sınır tanımıyor. Yeryüzünün derinliklerini, gökyüzünün sonsuzluklarını bilmek için sürekli arıyor, araştırıyor.

Meselâ, ay yüzündeki lekelerin anlamını çözmeye çalışıyor.
Güneşteki patlamaları zamanından önce haber veriyor.
Fırtınayı, hortumu olmadan biliyor.
Depremi, vaktinden önce bilmeye çalışıyor.

Gece, gündüz, hangi gezegenin nerede, nasıl ve ne durumda bulunduğunu ilmen açıklıyor.

Yıllar önceden, ayın, güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağını hesaplıyor.
Denizlerin gel-gitlerini, karaların heyelan tehlikesini tahmin ediyor.
Kısacası, kainatta meydana gelen büyük küçük bütün olayları merak ediyor, araştırıyor, irdeliyor.Sonuçta da anlıyor, biliyor, açıklıyor. Bilgisine göre tedbirler alıyor.

Ancak, ayın yüzündeki lekeleri araştıran insanın, yanıbaşındaki sevgilerin lekelenmesini, gölgelenmesini farketmemesi nedendir?

Yeni Evlilerde Eşya Problemi

Evlenecek gençlerin nerede oturacakları, evlilik kararından önce taraflarca tespit edilmeli ve bilinmelidir.

Meselâ, erkek eğer ailesiyle birlikte oturacaksa bunu baştan söylemelidir. İki taraftan biri, yeni evlilerin kendileriyle aynı evde, aynı apartmanda, yan yana veya üst üste oturmasını istiyorlarsa bunu onlara söylemeliler. Bazı şeylerin, itiraz etmenin durumu değiştirmeyeceği noktalarda söylenerek, oldubittiye getirilmesi doğru olmaz. O anda bir şeylerin hatırına üstü örtülse bile ilk fırsatta dile getirilip, ortaya dökülecektir.

Aile büyükleri, evlenenin kendileri değil çocukları olduğunu unutmayarak, kararları onların almasını sağlamalı, en azından onaylamalarını beklemelidir; büyüklere düşenin bu zor dönemde gençlere yardımcı olmak, kılavuzluk etmek olduğunu unutmamalıdırlar.

Yuvayı Kurarken

Yuva, çileli hayatın sıkıntılarından, ıstıraplarından bizi çekip kurtaran, şefkatli kollarında tatlı nağmeleri ile avutan, yüreğimizdeki keder tortusunu mahir elleriyle arıtan ve bizi yepyeni ümit ve cesaretlerle hayat mücadelesinin içine gönderen huzur ve diriliş ocağı değil midir?

Aslında yuvadan beklediğimiz şeyler sadece bunlardan ibaret de değildir. Hayal ettiğimiz nice uzun yıllara dallar ve kollar salacak çınar ağacımızın köklerinin tutacağı mübarek topraklardır bizim yuvamız.

Öyleyse yuvamızın sağlam bir temel üzerine bina edilmesi gerekir. Umulmadık bir zamanda bizim yuvamızı sarsabilecek muhtelif kaynaklı depremlere karşı dayanıklı olmamız geleceğimiz açısından büyük önem taşımaktadır.

GÖZ GÖRDÜ GÖNÜL SEVDİ!

Çocuğunuza doğru davranış kurallarını nasıl kazandırmalısınız?

ÇOCUKLARINIZA bir doğruyu anlatmak, iyi bir davranışı kazandırmak ve güzel bir yaklaşımı göstermek için önce kendinizi, daha sonra da çocuğunuzu çok iyi tanımanız gereklidir. Eğer, öncelikle kendinizde bir eksiklik varsa bunu düzeltmelisiniz. Kendinizi düzeltemezseniz ve yeterli hale getiremezseniz, çocuğunuza kazandırmak istediğiniz doğru ve iyi davranışları da tam anlamıyla gösteremezsiniz ve ortaya koyamazsınız.

Ani ve sert tepki veren, kızan, bağırıp çağıran, emreden, tehdit eden, eksik bilgiye sahip olan, davranış metotlarını bilemeyen, başarısız olduğunda çocuğu suçlayan ve daha bir çok olumsuz davranış içinde bulunan bir anne ve baba, çocuğuna hangi “iyiyi” ve “doğruyu” kavratabilir?

ÇOCUKLARA DOĞRU KURALLAR GÖSTERİLMELİ VE İYİ DAVRANIŞLAR SERGİLENMELİ

Bunları şöyle sıralamak mümkündür: