Makale

Böyle Bir Dostunuz Oldu mu Hiç?

Böyle bir dostunuz oldu mu hiç?

Daima düşünceli idi.

Susması, konuşmasından uzun sürerdi; lüzumsuz yere konuşmaz, konuştuğunda ne fazla ne de eksik söz kullanırdı.

Dünya işleri için kızmazdı.

Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.

Gülmesi, gülümsemekti. Gülümserken de, ağzındaki dişleri dolu taneleri gibi görünür ama birbirinden ayrılmazdı.

Mahzundu.

Onu birden bire görenler manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar, kendisini yakından tanıyınca da ona derin bir sevgi ile bağlanırlardı. Onun meziyetlerini anlatmak isteyen: “Ben ne ondan önce, ne de sonra onun bir benzerini gördüm” demekten kendini alamazdı.

Kimse ile çekişmez, bağırıp çağırmazdı.

Affediciliği tabiî idi. İntikam almazdı, düşmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.

Dostun Kim?

Dostluk, bu yapılması gereğine inanılan telefon görüşmeleri sırasında diğer insanların dedikodusunu yaparak karşılıklı birşeyler paylaşıldığını zannetmek değildir...

Dostluk, dost bildiğin kişinin en ince detaylarını bilme ihtiyacı ve gereği değildir...

Dostluk, dost bildiğin kişinin senin en küçük detaylarını bilmesi gerektiği değildir...

Dostluk, her hafta üç-beş kere görüşmek değildir...

Bir ay, bir sene, beş sene seni aramayan, senin de aramadığın bir insanı birdenbire arayıp; dertleşmek, hatır sormak istersen ve o insan da seni geri çevirmez, sanki daha dün konuşmuşsun gibi kaldığınız yerden konuşmaya devam ederse ve daha da önemlisi bu bir ay, bir sene, beş sene ayrılığa rağmen bu insanın başı gerçekten sıkıştığında yardımına koşacak ilk insanlardan biriysen ve aynı şekilde onun da öyle olduğunu biliyorsan EMİN OL Kİ.....

O kişi senin dostundur... Sen de O'nun...

Hayatımı Yeniden Yaşayabilseydim Eğer

Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim. Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım. Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.



Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım. Yerler leke olacak diye korkmazdım. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.



Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu “garantilidir” denilen hiçbir şeyi satın almazdım.

Dostluklar

Yüzyüze dostluklar vardır.

Güneşle ayçiçeğinin dostluğu böyle bir dostluktur mesela. Ayçiçeği sabahtan akşama kadar hiç ayıramaz yüzünü güneşten...



Uzak dostluklar vardır.

Denizlerin ortasındaki bir adayla, dağların arasındaki bir göl, birbirlerinin uzak dostlarıdır. Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine...



Sessiz dostluklar vardır.

Dilsiz bir adamla, duymayan bir başka adamın elleri arasında sessiz bir dostluk oluşur. Her şeyden konuşur sessizce bu eller...



Zorunlu dostluklar vardır.

Pazarla pazartesinin dostluğu gibi. Pazar ağır bir gündür, Pazartesi hızlı bir gün... Ayak uyduramazlar birbirlerine. Ama dost olmak, yanyana durmak zorundadırlar...



Uzun dostluklar vardır.

İkindi güneşinin altında uzayan gölgeler birbirlerine kavuşurlar ve uzun boylu bir dostluk oluşur aralarında...



Günün birinde ölen dostluklar vardır.

Bir Kadını Ağlatmak

Bir kadini aglatmak çok zor degildir aslinda. Kadinlar her seye aglayabilir; bir filme, bir sarkiya, bir yaziya...
En az erkekler kadar yani!

Ama bir kadini yürekten aglatmak zordur. Eger bir kadin yürekten agliyorsa, aglatan onun yüregine ulasmis demektir.

Ama o yüregin degerini bilememis olacak ki aglatan, gözünü bile kirpmadan teker teker batirir ignelerini yürege!

iste o zaman koca bir yumruk gelir oturur bogazina kadinin.

Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canini çok acitir. Gözleri bugulanir kadinin sonra.
Aglamayacagim, der içinden. Ama engel olamaz iste.

Cünkü yüregine ulasmistir birileri ve igneler saplamaktadir.. Bu aciya ne kadar karsi koyabilir ki bir kadin.
ince ince süzülür yaslar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yagmur seli... Ve kadin aglar; hem de çok!

Sanmayin ki gidene aglar kadin! Gidenin giderken koparttigi yerdir onu aglatan, orada biraktigi yaradir.

Kalbin Üzerinde Titreyen Hüzün

Zuleyha kendi kalbine baktıgında, Yusuf' u neden sevdigini ve Yusuf' u nasıl sevdigini merak etti ilk kez. Perdeler kalktı kalbinin ustunden.

Yusuf seni sevdiysem, dedi Zuleyha, hukumdarın tahtına hukumdardan ba$kası ki çöreotundan oturmayacagindan. $ehzade icin saklanan giysiler ancak $ehzadenin bedenine uyacagindan..

Züleyha Yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca yusuf diye başladı, yusuf diye bitirdi. gördü ki, hitaptan öteye geçemedi. anladı ki, aşkın nâmesinde, ser-nâmeden öte kelam yok. ve züleyha'nın lügatında yusuf'tan öte sözcük yok. bil ki, kelamdan da öte sadece ah var, ah ki dünya onun üzerinde durur, gökkubbe onun hararetiyle döner...''
''..işte bütün hikaye:kim düştü kuyuya, yusuf mu, züleyha mı? zindan kimin kaderi, yusuf'un mu, yoksa züleyha'nın mı?

Sevmek, Neyi Sevdiğini Fark Etmektir.

İnsan o ki, O’ndan başkasını sevemez sevginin mahiyeti icabı, O’ndan başkasını bilemez bilginin icabı..

Işık ki tek kaynaktan dağılır. Işığa yakın olan aydınlık,uzakta kalan karanlıktır.
Her şeyin O’ndan olması ve ışığın tek kaynaktan dağılıyor olması,O’ndan başkasının bilinme ve sevilme ihtimalini tümden yok eder.

Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz.Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir.

Bir çiçeği,bir kuşu,
Denizi,yağmuru,
Gökyüzünü,yazıyı,
Yazıyı yazanı,kalemi tutanı
Bir yaratılmışı hasılı

Söz gelimi Leyla Mecnun’u, Şirin Ferhad’ı, Züleyha Yusuf’u sevdiğini zannedebilir.

Oysa sevmek en fazla, neyi sevdiğini fark etmektir demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.
Çünkü ışığın kaynağı tektir.Ve aydınlığın kim kendinden menkul olduğunu iddia edebilir?