Deneme

Senden Uzakta

Senden uzakta neler oluyor…
Sen yokken, buraların tadı tuzu kalmıyor damağımda. Öyle yavan, yalın, çıplak ayak dolanıyorum sokakları. Sen yokken, gözlerim divane oluyor hayallerimde. Birden kayboluyorum kendi gizemimde.


Sen birde geceleri görmeye dur, bir bir damlıyor gündüzün serinliğine. Her dolduğunda kırk yılı aşmış, her damladığında asırlaşıyor gündüzün üzerinde. Sen olmadığında ben uçurum kenarında, sen olmadığında ben masmavi bir boşlukta, sen olmadığında, ben çukur arıyorum kendime, senin doluluğunda.


Senden uzakta bir şehir var kendi sarhoşluğunda, bir rüzgar dolaşır başıboş, bir soluk adımlar kendi sokağındaki kaldırımları. Senden uzak olunca, bir yağmur damlası alay eder tüm ıslanmışlığımla.


Uluorta bir Pazar kurulur, sere serpe çarşaflar düğün yeri gibi, düğüne geç kalmış bir yemeni sarkar, tezgahtan rüzgara, kınalı ellerin göz bebeklerine doğru. Senden uzakta belki de burada.

Merhaba Hüzün...

Tekrar hayatıma hoş geldin. Epeydir uğramıyordun bana... Alışmıştım yokluğuna, hani iyiceydide... Bilmem nedendir son bir yıldır bırakmadın yakamı... Sana alışmıştım da. Belkide çok sevdin beni, yalnızlığımı, umutsuzluğumu, küskünlüğümü... Aslında bende sevdim seni galiba... Bir ara bıraktın beni ama ... Çok özledin ki geri geldin... Hoş geldin, umarım hayatıma verdiğin o burukluğu mutluluğa dönüştürmem için bana güç olursun... Bana mutluluk kaynağı olursun...

Seni seviyorum hüzün... Her ne kadar bazen bana çok acı versen de biliyorum ki gelişinle beraber, bana umudu da getirirsin... Farkındalığıda... Gerçi bunu farkına son iki gelişinde vardım ama olsun zararın neresinden dönülse kardır hesabı, yine de beni umutlandırıyorsun...

Hoş geldin hüzün... "Her karanlık gecenin mutlaka sabahı vardır" gerçeğini tekrar bana getirdiğin için hoş geldin... Hayatımı ne senle nede sensiz geçireceğimi biliyorum... Ama umarım bu gelişlerinin sonunda hep sabah olur... Ben bunun için elimden geleni yapacağım umarım sende yaparsın...

Seni seviyorum hüzün...

Bayatlasaydı Hüzün Böyle Kokardı...

Batıdaki yalancı baharların güneşini,
masum bir doğu ikindisine pay ederken mi yaktık yoksa dağların
başını? Tezek kokan pişmanlıklardan soyutlanan soysuz acılar
kemirirken kapıları, tavşana kızıp ta içmedik mi akşamların
demini ve kilitli kalmadık mı mum kokulu karanlık odalarda?
Hangimizin aklına geldi ateş olup yanmak,yakmak?
Diken olduk gülümüze sahiplenmek adına,
lakin sahipsiz ortada kala kaldık dalla.
Bir gül dikensiz de güzeldir ama
bir diken gülsüz batmaz hiçbir hüzne.

Ki bir şafak ayazıyla bozulmadı mı gülün bekareti...?

Doğum zamanı geldi, kayamadık suni sancıların samimiyetsiz
çağrısında kalabalıkların kirli, küçük ellerine...
Doğmadık ki hiç tebessümün titreyen ayalarından,
nasıl doğuralım cesur kahkahalar?

Toprağa küstü, fırınlarda açıyor şimdi çiçekler,
üzerine gelişi güzel serpiştirilmiş çörekotu renginde
yağmurlar... Böyle mi yazıyordu mevsimlerin çaresizliği
ve bu kadar sahipsiz miydi iklimler...?

Gözden uzak ama janjanlı gönüllerle kaplardık,
cin ali çarpılmadan önce kitaplarını...

Hüzün...

Tabiki yaşam mutluluklarla dolu değildir. Şunu da unutmamak lazımdır ki mutluluk sığ deniz gibidir hüzün derindir. Hüznün anlamını bilip yaşamadan yüzmeyi öğrenmek mümkün değildir. Oysa yüzmeyi bildikten sonra ve bunu öğrenmek için gereken emeği sarf ettikten sonra sığda aynıdır, derinlik te. Hiç bir deniz ürkütmez. Derin denizde yüzmenin verdiği güveni ve zevki kendinizden esirgemeyin."
Osho

Bugün içim eflatun. Göğüs kafesime eğildim seyrediyorum. Nefesimi tuttum içindeki hava kaçmasın diye. Nefesimi versem kaçacak gibi hüznüm. Çiçeklenmiş erguvanları boğaz vapurundan -elinde bir bardak demli çayla- doyasıya seyretmek gibi.

Şu anda tam kravatımın altında ortada bir ağırlık var. Dolu bir bulut çökmüş gibi. Yağmurunu bıraktı bırakacak.

Moda sahilinde kayaların üzerinde oturup Bakırköy'ün ardından günün batımını seyretmek ve ardından gelen serinlikten ürpermek.

Hüznün güzelliği, güzelliğin izini taşıması galiba. Üzüntünün morunun, güzelliğin, büyünün pembesine yaklaşması.
Aldığım nefes buz mavi, verdiğim elfatun...

Eylül'üm İşte Var mı Ötesi?...

Eylül... Fersude sonbaharların giriş kapısı... İlk yaz rüzgârından alınmış bir hızla savrulan düşüncelerin, hoyrat hayallerin ve avare zamanların yorgunluğu, kırgınlığı, pejmürdeliği içinde yeniden derlenip toparlanması gereken hayatın rengi... Ve yeniden başlamanın yorgun ritmini hatırlatan yağmurlar... Bölük pörçük hatıralar, kırık dökük sevinçler... Şiir kılığında gelen acı...

Eylül işte; nâm–ı diğer, hüzün...


Eylül... Her şair için ayrı bir Leyla; kurşunî gelinlikler giyinip de gelen... Dilemmaların çıldırtıcı sükunu bir yanda; ve bir yanda sislerin ve buğuların ardından sökün edip yürümüş sancıların ilhamı... Katar katar uzaklaşan kuşların kanatlarına yüklenen son arzular kadar umutsuz ve beklenesi...



Eylül işte; nâm–ı diğer, pişmanlık...

Hüzün ....

Nikotin tadında bir şey bu
Ve alışkanlık yapıyor.
Hüzne alışık gönüller daha dayanıklı
Bunu biliyorum.


Hayata hep gözyaşı penceresinden bakmak
Acıyı saklamak ve
Onu mukaddes bir emanet gibi taşımak asilce
“ardımda yangın sonrası bir şehir var...
yıkıntıların üstünde hala dumanların tüttüğü...
köşe başlarında yaralı ve gönlü yaralı insanların
dalıp dalıp gittiği, sokak aralarında şaşkın kedilerin dolaştığı
yangın yeri bir şehir...



dönüp bakmıyorum
sırtımda alevlerin sıcaklığı hala göz yaşı kaynağım kurumuş
gözyaşı yollarımda sararmış otlar...
gözlerim ufukta...


kaçıp giden rüzgarı, yangını büyüten rüzgarı ve geciken yağmuru arıyorum...”
hüzün...
acının çiçeği...


acı ve acılar,onlara esir olmak yerine oynaşmayı tercih edenleri
bir heykeltıraş gibi biçimlendiriyor.
Acılarla oynaşmak...
Hüzün uzakların çağrısıdır...


Her gün yüzlerce,binlerce defa
Yollara düşerde düşünceleriniz,
Bedeniniz hapistir ve kaçıp kurtulamazsınız
Hüzün uzakların çağrısıdır....
Gidemezsiniz...

Kalbimin Verdiği Söz ...

dedi: yere ve göklere sığmazsın ama benim kalbimdesin, bildim.


bildim, ben sana ta o zamandan evet evet evet dedim.


''güldüren de ağlatan da O '' olan Rabbim,

''dirilten de öldüren de'' O sensin ,bildim.



sensin ''güneşin ve ay'ın hareketlerini bir hesaba göre'' düzenleyen,


''ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin'' eden.

sensin ''yakın göğü kandillerle donatan'', ''sensin geceyi gündüzü geceye katan''.


''iki doğunun da Rabbi, iki batının da Rabbi'' sen,

sensin ''güneş ve ay'ı bir araya getiren''.

''suyu taşıran'', ''yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan'',


sensin ''durur gibi göründüğü halde dağları yürütüp duran'',

Rabbim bildim sensin.



''gizli de açık da olsa kalplerde yatanı'' ve ''nefsimin bana fısıldadıklarını''

bilen sen,

evet dediğim,

sen, kalbimle benim arama giren, sen va'dine inanmam için benim kalbimi pekiştiren,

sen, benim içime iki kalp koymayıp da önce kilitleyen kalbimi, sonra açan aynı kalbimdeki kilidi,

bütün işlerin dönüp dolaşıp kendisine vardığı, sen,

'Aşk olsun'

İLK ÇOCUKLUK yıllarından gençliğe ve ihtiyarlığa kadar uzanan bir çizgide, neredeyse bir ömür boyu insanın peşini bırakmaz sevgiler, ilgiler ve aşklar. Gün olur muhatabın, ihtiyacın ve yaşın durumuna göre bu duygular da şiddetlenir.

Gönül denizinin dalgaları içimizdeki sınırları zorlar, kıyıları döver âdeta. Biz miydik o sakin, o ilgisiz insan? Halimize şaşarız.

Şimdi bize ne olmuştur da kaptansız bir kayık misali yalpalamaya başlamışızdır? Kalbimiz söz dinlemez. Sesimiz ulaşmaz ona. Çaresiz, ardından sürüklenir gideriz. Akıl onu dengelemeden, kalp sevgisine karşılık aramaya çıkmıştır bir kere. Aradığı bir işaret taşı da olsa, yine de değerlidir. Ömründe hiç tatmadığı hazzı tadar, hiç duymadığı coşkuyu duyarsa kim insanın kalbini yolundan çevirebilir, ona engel olabilir? Sevgi engel tanımaz, aşk ne varsa aşar. O kalp, sevdiği için her çılgınlığı yapar da, yaşadığı onca acı ve kederden sonra durgunlaşır, durulması gereken noktaya gelir, sakinleşir. Ne güzel diyor şair Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu:

“Nerede bir bardaktaki sakin duruşun,

Bir bakmayla batma

YARAMAZ KIZ
21 yaşındayım. Yaramazım dedim; ama aslında aklı başındayım. Hayatımda bir kez öylesine platonik ilgim olmuştu. (5-6 yıl önce) geçenlerde iş toplantısında bir bey dikkatlice baktı bana. Hiç oralı olmadım. 9 yaş büyüktü ve nişandan ayrılmıştı. Toplantı sonrası “ASLINDA NEDEN OLMASIN?” dedim. Olay geçti. 2 ay sonra bir toplantı daha. Yine dikkatlice bakmalar. Yavaş yavaş ısınmış hatta bayağı içimden ilgilenmiştim. Ama 2. rauntta da yüz vermedim. Sonra duydum nişanlanmış. YI-KIL-DIM... Meğer ne derece değerliymiş benim için. Döner mi sizce? Fırsat kaçtı mı? Bir-iki kişi istedi bu arada. Oyalandım, ama istemedim. Kabul etmedim.

Dr. Can

YARAMAZ KIZ...
1) Belki, böylesi hayırlı olmuştur.

Belki, onlar evlenip mutlu olacaklar.

Belki, nişanlısından ayrılıp, seninle evlenecek. Ve sen o adamın değerini bir başka anlayacaksın.

Belki evlenip mutsuz olup boşanacak ve sen “nişandan ayrılmış” dediğin adamla (bu sefer dul adamla) evleneceksin.

Belki, sen ve o hiç evlenmeyeceksiniz.

Mürur-u Yusuf

buzlu saçaklardan düşüyorum orta yerine insafsız tenhalıkların...
sen ben de mürteciyken...,
acıdır, büzgü büzgü sarmalar bağrı..
yüreğim ki, karia..
bir yanılgı ki, deprem.., yerle bir etti aşkın doruklarını...

kelimelerim karaya vurmuş bir kere..
yolu yok yutmanın... yolu yok unutmanın..
bir vurgun benim ki.. kanadı meksur bir lâle belki..
söze çiğ vurmadan.., benliğini çalmadan.., hükmünü kaldırmadan...

unutarak her şeyi.. unutmayarak hiç bir şeyi..
anıtlar dikerek beled-i yamanın göbeğine...
bir savaşçı edasıyla kılıç sallayarak varakların üzerinde..
kayıtlara geçecek bir cinayet haberi gibi..
uzaktan gül,
yakından kan kokan...

ben ki kırgınım, değmesin ahıma kimseler..
yüreğimin bir ucundan diğer ucuna hicretteyim şimdi...
zulmedildi aşka!...
yerim yok bu diyarlarda.. yerim yok ihanet kokan ücralarda...

kaç kere geçtim sabahlara kapan kuran gecelerin içinden...

Hoşçakal...

aşkın da hüznün de tadı yok.sen yoksun.Hüznü çok severdim bilirsin bak yine hüzünleniyorum şimdi ama daha bir başka bugün,çünkü bugün aylardan eylül, hüznün ve aşkın en tatlı yaşandığı mevsim.
Sen eylülde hüzünlendin mi hiç? herşeyin bir anlamı olur bu mevsimde.

gözlerinden akan yaşların, sararıp dökülen yaprakların elini bırakıp son vedayı yapmanın. başını omzuna dayamış sevgilinin uzak ufuklara dalıp neler geçirdiğini düşünürsün aklından.

ve yerine getiremediğin sözleri düşünürsün,pişmanlıklarının ve birdaha geriye dönülemezmişliğin,hayatın acı darbelerini düşünürsün. Düşünürsün ve bir damla daha yaş akıtırsın billur pınarlardan. Oysa hep acı çekmeyi istedim ben hayatımda,başkası çekmesin benim adıma ve ben hiç şikayetçi olmadım bu halimden, sırf sevdiklerim uğruna...

Bir İhtilali Hatırlamaktadır Nisan

Nisan, doğum günüdür aşkın.. Tarihinden ve tarifinden boşanarak, tarihini ve tarifini sadece bir kadını sevmekten ibaret kılmaktır..

Nisan, bir kadını, sevmeye cüret ederek sevmektir.

Bir kadını Nisan'ın diliyle sevmek, bütün ihtilalleri emziren, bütün iktidarları deviren kuvveti bahşeden ve kudretin her türlüsünü zarif bir meltemle tersyüz eden sırrı keşfetmektir.

Böylesine sevilmiş bir kadını hatırlamaktır Nisan, ve ihtilal emziren aşkların ve aşk gibi coşan ihtilallerin hafızasıdır. Hem devrimdir, hem de karşı-devrimdir, Nisan'ın diliyle sevilen bir kadın..

Böyle bir kadın, bir elin sıcaklığı gibi varolmuş olsa da, coğrafyasız bir ruh gibi hiç yaşamamış olsa da farketmez..

Nisan, bir elin sıcaklığı gibi yaşamış kadınları da, coğrafyasız bir ruh gibi hiç olmamış kadınları da bir ihtilal müjdesini emzirircesine doğurur.

Bir gün sana "sen"i Getireceğim...

bundan sonra yazdıklarım bir iç geçirmekten öteye gidemeyecek belkide...belkide hep o kurduğumuz hayal denizlerin yamacına yerleştirdiğimiz küçük barakamızda yaşayacağım ben. senle sensiz düşler yaratacağım kendime, küçük çekimser çocukları dost kılıp kendime, özlem duyduğum oyunları oynayacağım onlarla birlikte. her gece hayata giden yollarımın yönünü sana çevireceğim...

aşkı koyacağım sensiz saatlerimin üzerine, sonra sende biriken o bin yıllık sevdayı... günün tüm oyunlarına o sıradan, basit ,sahte yaşadığımız o hayatlara inat gecelerimi kendim olmaya, kendin olmaya kitleyeceğim. yarınların hayali düşecek aklıma, o içime umut tohumlarını senin ektiğin yarınların hayali....

Yak Bütün Ben Nehirleri

Demir parmaklıkların ardında, esarete gün bağlayan sararmış kelimelerdeydim. Susturmak istedim susmalarımı. Suskunlaşan gözlerimin harfsizliğiyle daldım cümle deryalarına. Her yanımı dingin bir lügat kokusu kapladı apansız. Sevgili! Seni susuşlarım değseydi kanatlı mavilerin tüllenişine, yaralanırdı tekmil kelimesiz çırpınışlarım. Dinlemedim seni! Oysa sen beni ne çok çağlardın, sendeki ırmak bilerek. Dinmezdin...

Bense; kirpikleri kangren satır aralarına bırakıp gözlerini, gittim. Parmaklarımın soyulmuşluğuna yürümeden, peyderpey bulutların göz ıslaklığıyla düştüm peşinden. Anla beni! Düşlerimi sende tehir etmekten, düşüm olmuştu düştüğüm dış'lar. Yataklık yapamazdım artık, bendeki kör aşkın lal soluğuna. Gitmeliydim! Gitmelerin uçurumluğunda seni düşmek bile olsa yar'lıktan, gitmeliydim. Bağışla beni.

Yokluğun Buz Gibi Soğuk

"Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... "Üşüme" diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... "Özledim" deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim. Kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya ...

Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi içimin, kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı biliyorum...

Seninle suları yeşil bir ırmağın kıyısında buluşmak, isterdim…

Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim de donmuş sanki. Gözlerimde...

Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar...