Hüzün

Bayatlasaydı Hüzün Böyle Kokardı...

Batıdaki yalancı baharların güneşini,
masum bir doğu ikindisine pay ederken mi yaktık yoksa dağların
başını? Tezek kokan pişmanlıklardan soyutlanan soysuz acılar
kemirirken kapıları, tavşana kızıp ta içmedik mi akşamların
demini ve kilitli kalmadık mı mum kokulu karanlık odalarda?
Hangimizin aklına geldi ateş olup yanmak,yakmak?
Diken olduk gülümüze sahiplenmek adına,
lakin sahipsiz ortada kala kaldık dalla.
Bir gül dikensiz de güzeldir ama
bir diken gülsüz batmaz hiçbir hüzne.

Ki bir şafak ayazıyla bozulmadı mı gülün bekareti...?

Doğum zamanı geldi, kayamadık suni sancıların samimiyetsiz
çağrısında kalabalıkların kirli, küçük ellerine...
Doğmadık ki hiç tebessümün titreyen ayalarından,
nasıl doğuralım cesur kahkahalar?

Toprağa küstü, fırınlarda açıyor şimdi çiçekler,
üzerine gelişi güzel serpiştirilmiş çörekotu renginde
yağmurlar... Böyle mi yazıyordu mevsimlerin çaresizliği
ve bu kadar sahipsiz miydi iklimler...?

Gözden uzak ama janjanlı gönüllerle kaplardık,
cin ali çarpılmadan önce kitaplarını...

Hüzün...

Tabiki yaşam mutluluklarla dolu değildir. Şunu da unutmamak lazımdır ki mutluluk sığ deniz gibidir hüzün derindir. Hüznün anlamını bilip yaşamadan yüzmeyi öğrenmek mümkün değildir. Oysa yüzmeyi bildikten sonra ve bunu öğrenmek için gereken emeği sarf ettikten sonra sığda aynıdır, derinlik te. Hiç bir deniz ürkütmez. Derin denizde yüzmenin verdiği güveni ve zevki kendinizden esirgemeyin."
Osho

Bugün içim eflatun. Göğüs kafesime eğildim seyrediyorum. Nefesimi tuttum içindeki hava kaçmasın diye. Nefesimi versem kaçacak gibi hüznüm. Çiçeklenmiş erguvanları boğaz vapurundan -elinde bir bardak demli çayla- doyasıya seyretmek gibi.

Şu anda tam kravatımın altında ortada bir ağırlık var. Dolu bir bulut çökmüş gibi. Yağmurunu bıraktı bırakacak.

Moda sahilinde kayaların üzerinde oturup Bakırköy'ün ardından günün batımını seyretmek ve ardından gelen serinlikten ürpermek.

Hüznün güzelliği, güzelliğin izini taşıması galiba. Üzüntünün morunun, güzelliğin, büyünün pembesine yaklaşması.
Aldığım nefes buz mavi, verdiğim elfatun...

Eylül'üm İşte Var mı Ötesi?...

Eylül... Fersude sonbaharların giriş kapısı... İlk yaz rüzgârından alınmış bir hızla savrulan düşüncelerin, hoyrat hayallerin ve avare zamanların yorgunluğu, kırgınlığı, pejmürdeliği içinde yeniden derlenip toparlanması gereken hayatın rengi... Ve yeniden başlamanın yorgun ritmini hatırlatan yağmurlar... Bölük pörçük hatıralar, kırık dökük sevinçler... Şiir kılığında gelen acı...

Eylül işte; nâm–ı diğer, hüzün...


Eylül... Her şair için ayrı bir Leyla; kurşunî gelinlikler giyinip de gelen... Dilemmaların çıldırtıcı sükunu bir yanda; ve bir yanda sislerin ve buğuların ardından sökün edip yürümüş sancıların ilhamı... Katar katar uzaklaşan kuşların kanatlarına yüklenen son arzular kadar umutsuz ve beklenesi...



Eylül işte; nâm–ı diğer, pişmanlık...

Hüzün ....

Nikotin tadında bir şey bu
Ve alışkanlık yapıyor.
Hüzne alışık gönüller daha dayanıklı
Bunu biliyorum.


Hayata hep gözyaşı penceresinden bakmak
Acıyı saklamak ve
Onu mukaddes bir emanet gibi taşımak asilce
“ardımda yangın sonrası bir şehir var...
yıkıntıların üstünde hala dumanların tüttüğü...
köşe başlarında yaralı ve gönlü yaralı insanların
dalıp dalıp gittiği, sokak aralarında şaşkın kedilerin dolaştığı
yangın yeri bir şehir...



dönüp bakmıyorum
sırtımda alevlerin sıcaklığı hala göz yaşı kaynağım kurumuş
gözyaşı yollarımda sararmış otlar...
gözlerim ufukta...


kaçıp giden rüzgarı, yangını büyüten rüzgarı ve geciken yağmuru arıyorum...”
hüzün...
acının çiçeği...


acı ve acılar,onlara esir olmak yerine oynaşmayı tercih edenleri
bir heykeltıraş gibi biçimlendiriyor.
Acılarla oynaşmak...
Hüzün uzakların çağrısıdır...


Her gün yüzlerce,binlerce defa
Yollara düşerde düşünceleriniz,
Bedeniniz hapistir ve kaçıp kurtulamazsınız
Hüzün uzakların çağrısıdır....
Gidemezsiniz...

Mürur-u Yusuf

buzlu saçaklardan düşüyorum orta yerine insafsız tenhalıkların...
sen ben de mürteciyken...,
acıdır, büzgü büzgü sarmalar bağrı..
yüreğim ki, karia..
bir yanılgı ki, deprem.., yerle bir etti aşkın doruklarını...

kelimelerim karaya vurmuş bir kere..
yolu yok yutmanın... yolu yok unutmanın..
bir vurgun benim ki.. kanadı meksur bir lâle belki..
söze çiğ vurmadan.., benliğini çalmadan.., hükmünü kaldırmadan...

unutarak her şeyi.. unutmayarak hiç bir şeyi..
anıtlar dikerek beled-i yamanın göbeğine...
bir savaşçı edasıyla kılıç sallayarak varakların üzerinde..
kayıtlara geçecek bir cinayet haberi gibi..
uzaktan gül,
yakından kan kokan...

ben ki kırgınım, değmesin ahıma kimseler..
yüreğimin bir ucundan diğer ucuna hicretteyim şimdi...
zulmedildi aşka!...
yerim yok bu diyarlarda.. yerim yok ihanet kokan ücralarda...

kaç kere geçtim sabahlara kapan kuran gecelerin içinden...

Hoşçakal...

aşkın da hüznün de tadı yok.sen yoksun.Hüznü çok severdim bilirsin bak yine hüzünleniyorum şimdi ama daha bir başka bugün,çünkü bugün aylardan eylül, hüznün ve aşkın en tatlı yaşandığı mevsim.
Sen eylülde hüzünlendin mi hiç? herşeyin bir anlamı olur bu mevsimde.

gözlerinden akan yaşların, sararıp dökülen yaprakların elini bırakıp son vedayı yapmanın. başını omzuna dayamış sevgilinin uzak ufuklara dalıp neler geçirdiğini düşünürsün aklından.

ve yerine getiremediğin sözleri düşünürsün,pişmanlıklarının ve birdaha geriye dönülemezmişliğin,hayatın acı darbelerini düşünürsün. Düşünürsün ve bir damla daha yaş akıtırsın billur pınarlardan. Oysa hep acı çekmeyi istedim ben hayatımda,başkası çekmesin benim adıma ve ben hiç şikayetçi olmadım bu halimden, sırf sevdiklerim uğruna...

Yak Bütün Ben Nehirleri

Demir parmaklıkların ardında, esarete gün bağlayan sararmış kelimelerdeydim. Susturmak istedim susmalarımı. Suskunlaşan gözlerimin harfsizliğiyle daldım cümle deryalarına. Her yanımı dingin bir lügat kokusu kapladı apansız. Sevgili! Seni susuşlarım değseydi kanatlı mavilerin tüllenişine, yaralanırdı tekmil kelimesiz çırpınışlarım. Dinlemedim seni! Oysa sen beni ne çok çağlardın, sendeki ırmak bilerek. Dinmezdin...

Bense; kirpikleri kangren satır aralarına bırakıp gözlerini, gittim. Parmaklarımın soyulmuşluğuna yürümeden, peyderpey bulutların göz ıslaklığıyla düştüm peşinden. Anla beni! Düşlerimi sende tehir etmekten, düşüm olmuştu düştüğüm dış'lar. Yataklık yapamazdım artık, bendeki kör aşkın lal soluğuna. Gitmeliydim! Gitmelerin uçurumluğunda seni düşmek bile olsa yar'lıktan, gitmeliydim. Bağışla beni.

Ne severim oysa yağmuru,

Ne severim oysa yağmuru,

Cisil cisil yağar,süzülür göklerden,bazen boşanırcasına,

zincirini koparmış kaçarcasına bazen…

Cama çarpışı vardır hani birde,öyle sert değil,ama süzülür aşağıya doğru sanki yanakmış gibi..

Sesini duyuyormusun yağmurun?uzat bak kulağını,ama sessizliğe ver kendini önce…

Kapattın mı gözlerini,çok sıkma ama hafifçe işte…yoksa duyamazsın…duyuyormusun şimdi?

Ya toprağın kokusunu,çekiyor mu senide öylesine kendine…çamurdanız ya hani…ondan herhalde..bak çiçekler var orada,nasılda seviniyorlar…nasıl sevinmesin, abu hayat iksiri bu onların,benim ise hüznüm…


Bir de buğusunda ismin…



Ne severim oysa yağmuru,

Hüznüm geçermiki şimdi üstüme üstüme gelirken şehir,

Birde çisil çisil…hercai menekşeler,sizden bilirim firakı…

Gözlerim neden yeşile döner ıslandığında,

Islanmış…yağmurdan mı?

Sevgili

Son zamanlarda içimde bir hıçkırık var,

Durup durup sen diyor

Yaşanmış şeyleri hiç yaşanmamış saymak

İnan bana işte bu çok zor

Yüreğimi açıp bakabilir misin?

Görebilir misin bendeki seni

Dönebilir miyiz geriye

Dönüş yok dönüş yok dönüş olmayacak SEVGİLİ

Hep virajlarımız oldu hiç düz yollara varamadık

Hep uçurumun kenarından döndü umutlarımız

Hep kırıldık,hep incindik,hep yaralandık

Biz yapamadık işte sevgili

Biz oralı bile olamadık...

(alıntı:Gamze Karaman)

Gözlerim Doluyor

Asırlık hasretin hiç çekilmiyor
Benden yana bir gün olsun gülmüyor
Neler çektiğimi hiç mi bilmiyor
Gözlerim doluyor seni anarken

El ele yüzleri sevinçle görsem
Yüreğim burkulur asılır çehrem
Üzülmeyeceğim ne kadar desem
Gözlerim doluyor seni anarken

Gereklisin bana yaşamam için
Yıllardır kimbilir ne halde için
Sen de ağlar mısın hep için için
Gözlerim doluyor seni anarken

Sırdaşım yoldaşım bir gönül bağım,
Hazin sensizliğe elim ayağım.
Kendimden bihaber dışa yasağım
Gözlerim doluyor seni anarken

(alıntı:ENGİN NAMLI)

Hoşçakal

Gidiyorum buralardan yalınayak ve üzgün
önümdeki uçurumlara aldırmadan
varsın hayallerim kurduğum yerde kalsın
o gerçekleşmeyen hayallerim.
ardımda yaralı bir yürek
kederli bir ömür
ve yoksul anılar bırakarak
çekip gidiyorum sevdiğim
hoşçakal gönlümün nazlısı, bağrımın sızısı
hoşçakal

gidiyorum başım önümde, gözümde nem
duramam artık ey aşk, ey sevdiğim
hüzne ve kedere boğulduğum bu şehirde
duramam
hiç bir anı kabul etmiyor beni
bedenim buz gibi soğuk
yüreğim param parça keder
kış kadar soğuk ellerim
ardımda yoksul bir sevda
ve bana ait ne varsa
bırakıp gidiyorum sevdiğim
hoşça kal anımın yazısı, kaderimin küskünü
hoşçakal

bütün yaprakları dökülmüş
dalları kırılmış bir ağaç gibi hıçkırarak
ve bırakarak ardımdan sırtımı yasladığım
çınar ağacını yaslı
meçhule giden acılar yüklü bir gemide

Ağladığımı kimseye söyleme anne ...

Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar beni güçlü biliyor
Onlar beni en zor günümde bile ayakta biliyor
Ben aslında geçirdiğim her günün akşamı evde ağlarken
Onlar benim içimin sızladığını, yüreğimin yandığını bilmiyor...

Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar beni kral biliyor
Onlar beni kızdım mı, dünyayı yakacak insan biliyor
Ben aslında onun gözlerine bakmaya bile kıyamazken,
Onlar benim bir erkek uğruna üzüleceğimi tahmin bile etmiyor...

Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar beni ağlamaz biliyor
Onlar beni... Üzüldüm mü bulunduğum şehri bulutlar kaplar biliyor
Ben aslında odama kapanıp sitem duygusuyla bir köşeye sinerken
Onlar beni hiçbir şeyin sarsacağını akıllarının ucundan bile geçirmiyor

Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar bunu hiç bilmiyor
Onlar için ben en sağlam köprülerden daha sıkı bağlıydım hayata

Aşk ve Hüzün

Bir kıvılcım çakar önce yürekte. Bin şimşek yankılanır her ocakta. Alev alır gözyaşlarına düğümlü duygular. Bir yangın sarar vücudu hücre hücre ve kaplar dimağı çepeçevre. Deprem geçirir vicdan. Acı bir sızı duyulur burun kemiklerinde. Çökerten bir zonklama çarpar şakaklara. Buruşur yüz etleri, kıvrılır dudaklar, süzülür gözler.. ve şıpır şıpır dökülür yıldızlar.



Bir dem gelir kesilir hıçkırıklar.. ve sessiz hafakanlar başlar. İçin için kaynar efkar otağı. Akıl, dalar gider bir hummalı düşüncenin ardına. Yollar, çıkmazlara çıkar yer yer.. bazen de giriftleşir. Nihayet, verilmiş bir karar gelir yolların ayrımında. Kristal bir kapı açılır, muammayı halledecek güzergâha.. ve yayılır bir ışık cümbüşü ufuklara.

Gitsin...

Çizgi çektim üzerine yılların,

Yaşanmamış zaman gibi,say gitsin...

Hicranlarla yürünecek yolların,

Varsa eğer,hesabıma yaz gitsin...



Ben gam kervanıyım alışkın gönlüm,

Umutlar nerede yiterse,yitsin...

Adanmış bir candır,canana ömrüm,

Dilerse vuslatı,haşre koy gitsin...



Fırtına kopunca açar mı çiçek?

Mevsimi geçmeden,yare gül gitsin...

Titreyen tomurcuk elinde yürek,

İstiyorsan,rüzgarlara sal gitsin...



Kırdığın bu kalpti sevdanı çeken,

Anlamsız inatla daha yor,gitsin,

Geriye dönmeyen günlerdir geçen,

Harca kalanı da,biterse bitsin...


Ne dününde vefa,ne bugününde,

Yak vefasız,makberime kül gitsin...

Kanımdan desen seç,gönül bahçene,

Susuz toprağımdan,yare gül gitsin...



A.G.YILDIZ

Bir Kadını Ağlatmak

Bir kadini aglatmak çok zor degildir aslinda. Kadinlar her seye aglayabilir; bir filme, bir sarkiya, bir yaziya...
En az erkekler kadar yani!

Ama bir kadini yürekten aglatmak zordur. Eger bir kadin yürekten agliyorsa, aglatan onun yüregine ulasmis demektir.

Ama o yüregin degerini bilememis olacak ki aglatan, gözünü bile kirpmadan teker teker batirir ignelerini yürege!

iste o zaman koca bir yumruk gelir oturur bogazina kadinin.

Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canini çok acitir. Gözleri bugulanir kadinin sonra.
Aglamayacagim, der içinden. Ama engel olamaz iste.

Cünkü yüregine ulasmistir birileri ve igneler saplamaktadir.. Bu aciya ne kadar karsi koyabilir ki bir kadin.
ince ince süzülür yaslar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yagmur seli... Ve kadin aglar; hem de çok!

Sanmayin ki gidene aglar kadin! Gidenin giderken koparttigi yerdir onu aglatan, orada biraktigi yaradir.