Hayata Dair

Bağlanmayacaksın

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.

Hayat Anladığın Gerçekler Kadardır Aslında

Demek ki bu yüzden yalnız ölürmüş savaşçılar kuru kalabalıklarda. Bu yüzden yalnızlığına terk edilirmiş gerçekler. Çünkü uyanmak istemeyen kalabalıkların kâbusudur gecenin sessizliğinde ötenler. Belki ileri giden bir varlıktır bu dengesizlik içinde denge arayanlar. Bu yüzden işte terk edilir gerçekleri gösterenler.

Çıkarsın sahneye ifade etmek için ifade edilmesi beklenenleri, yetmezsin. Yavaşça süzülürsün beklentiler denizinden. Bürünürsün kendi benliğine, beğenilmezsin. Çünkü karşısında durduğun kalabalık sadece bir kalabalıktır, anlamsızdır. Aralarında beslendiğin nehirler vardır, coşkulu ve sessiz.

Aralarında yoldaşın vardır, hakiki ve saklı. Bilirsin değerini, bu kalabalığın içinde saklı. Düşünürsün onlar neden saklı? Yenilmiş midir bu kalabalığa? Yoksa anlamış mıdır anlamsızlığı? Onun için mi saklanmıştır kendi kabuğuna? Bulamazsın…

Çünkü sen aradığını bulmak için çıkmışsındır yola ve bulmadan dönmeyeceksindir eve. Belki

Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rexi bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,

Öyle acıyarak bakmayın gözlerime

Öyle acıyarak bakmayın gözlerime ne olur
Kalbimin dehlizlerinde kaybolup gider sesiniz
İki yıldız arasına yapılmış bir samanyolu gibi
Hangi bilim adamı araştıracak boşluktaki dünyamı
Öyle bakmayın gözlerime ne olur
Sığmıyor artık yüreğime bu çığlık
Düşüncelerimin her kelimesi yoğun hüzün
Şehrin sokakları götürüyor beni uçuruma.
Hepiniz aynı yerdeyken oynadığınız bir saklambaç
İşte buymuş sizin hayat dediğiniz şey
Boncuk taneleri gibi dökülüyor sinirlerimden eşyanın anlamı
Size baktıkça ben hayattan kaçıyorum.
Hangi optik okuyucuyla okunacak duygularım
Bir melek olur, peşime düşer annem
Biliyorum rüyalarında da sana yük oluyorum anne

Öyle acıyarak bakmayın gözlerime ne olur.
Büyük günahlarla cehenneme çevirdiniz şehri
Eminim Allah daha çok seviyor beni.
Adımlarınız kaybolur gizli dünyamın sokaklarında
Gözleriniz hiçbir şey görmez benim penceremden
Kalbimin dehlizlerinde kaybolup gider sesiniz
Hayat benim için bir hüzünken siz mutlu oldunuz
Öyle acıyarak bakmayın gözlerime ne olur

Hayata 1,5 dk ara!....

Dünya dediğin zaten oyun ve eğlenceden ibaret, sessizce köşende otururken bir yerlerde canhıraş çığlıklar karışıyor günün olanca hızını görmezden gelerek, bazen ağlıyorsun ve gülüyorsun durduk yere..



Ve düşünüyorsun ortada hiç bir sebep Yokken, bazen aklına eski arkadaşların geliyor,



Allah kahretsin beni diyorsun mazideki sevgiliyi hatırlayınca, keşke, keşke diyorsun geçmişe dönüp tutsam yakasından kalbimin ve hesabını sorsam geçen onca senenin!..



Ve hayat oyununu oynuyor,

Sen sessizce bir köşede gönül yaşlarını dökerken tozlu sahnesine…



Sen ister oyuncu ol ister olma,

Hoş olsan da oynuyorsun olmasan da…

Zaten hayat değil mi bir yerlere bizi çekip götüren gitmek istemesek bile…



"Allah kahretsin" diyorsun hiç düşünmeden sebebini, kızıyorsun, bazen küfrediyorsun en koyusundan, gündüzün üstüne düşen gecenin suratına haykırmak istiyorsun bütün kinini ve ve kendini hatırlıyorsun birden; "Ben bu muyum" diyorsun.



Pes mi edeceğim hayatın en küçük bir çelmesinde...

Damlalar

Bir yağmuru bin damlaya göstermek vardı..

Bir kalbe bir güneşi.

Güneş vururdu dallara ve dallar sararırdı kenarından.

Işık süzülürdü buluttan ve gölge olurdu dağ taş..

Bazen sıcaktan ürperir kaçardı bulutlar,

Isıtırdı, yakardı güneş..

Teninde güneşin izlerini taşıyan gamlı çocuklar,

Bir sır gibi yüreklerine bastırdıkları acıyla dolaşırlardı..

Zamandan bihaber bebekler,

Neye güldüğünü bilmeden gülerken hayata,

Neye güldüğünü unutan büyükler de gülümserdi onlara..

Neye ağladığını unutan, neyin acıttığını unutan büyükler..

Kaçtım…

Kaçtım…
Kendimden gelen haykırışları duymamak için.. sessizliğin içindeki sesleri, karanlığın içindeki yüzleri görmemek için.. kaçtım…

Baktım…
Geriye dönüp baktığımda yitik bir kentin kayıp bir düş’ü oldum… düşlerimin griliğinde kendime baktım.. sisli ve yağmurlu bir havada İstanbul’a bakar gibi baktım…

Saklandım…
Tüm kelimelerimi yanıma alıp saklandım.. cümlelerimin beni terk etmesine izin verdim… kilitli bir kapının ardında herkesten ve her şeyden saklandım…

Islandım…
Yağan yağmurlar altında şemsiyesiz saatlerce dolaştım… ıslandım… yağmurla birlikte yağdım avuçlarına… yağmurla ıslandım…

Sustum…
Tüm şiirleri, şarkıları sözsüz bestesiz bıraktım… cümlelerimi anlamsız, kelimelerimi çırılçıplak yalnız bıraktım… sustum…

Döndüm..
Buz tutmuş düşlerim, yaban kalmış gülümseyişlerimle… eksik kalan günlerimle yaşanmamış yarınlarıma döndüm…

Kaçarken baktığımda saklanan benliğimin yağmurda ıslanışını susmaların ardından gördüm… ve dünüme bu günüme yarınıma döndüm…

Korkuyor


İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.



William Shakespeare

Ben Sokak Çocuğuyum

şu dört direkli köprünün altında
açmışım gözlerimi
sahipsiz
rüzgar sarmış kundağımı
yağmurla beslenmişim

adımı insanlar koymuş
benden habersiz
benimsemişim
serseri derler, hırsız derler
.... derler, anlamam da
alınmam da

hiç fiyakalı dolaşmadım sokaklarda
marka satmadım
gökyüzü yorganım oldu hep
dirseğim yastık
alışkınım; kara, yağmura, soğuğa
üşümem
sıcak dokunur bana

özlemem, hiç tanımadığım hisleri
istemem varlığını bilmediğim şeyleri
kıskanmam hiç kimseyi
özenmem

halbuki bilmez kimse
kendilerinden şanslı olduğumu
daha özgür
ve daha zengin

şu deniz herkesten çok benimdir
arkasındaki orman da
bütün sokaklar benimdir herkesten çok
her simitçi biraz bana çalışır

aslında her çocuktan daha çocuğum
canım hiç sıkılmaz buralarda
en sevdiğim oyundur
köşe kapmaca

yalnız da değilimdir
yüzlerce kardeşim var
benim gibi, bana benzer
kimse ayırt edemez bizi
birbirimizden

geceleri toplanmaya başlarız
el ayak çekildikten sonra
konuşuruz, güleriz, dertleşiriz
biraz farklı olsa da

Susmak Sevmektir Adını Haykıramadığın Kişiyi

Susmak kabullenmektir habersiz geleni;
Bazen acı çekmektir,
Haklılığını bile bile boyun bükmektir,
Kelimelere küsmektir üzmemek için sevdiğini…

Susmak dinlemektir alabildiğine hırçın düşünceleri;
Bazen göz yaşlarını saklamaktır,
Hüznü sessizliğe zincirlemektir,
Göstermemek için toprağa düşeni…

Susmak sevmektir adını haykıramadığın kişiyi,
Bazen ödün vermektir,
Hicranıyla yüreği dağlamaktır,
Gitmesin diye sıkı sıkı örtmektir yüreğini…

Susmak hapsetmektir aşamadığın çaresizliği;
Bazen geleceği beklemektir,
Hatıralar uğruna sineye çekmektir,
Dostluk adına çiğnemektir gururunu…

Susmak ölmektir yaşamak adına hayatı;
Bazen kaçıp gitmektir,
Hayatla kaderi birleştirmektir,
Teslim olup kaybetmektir...

Sevmek mi sevilmek mi ?

Arkadaşımı beklerken boş masa bulamamış bir amca, benim masama oturdu. Sohbet etmeyi çok sevdiği anlaşılıyordu. O konuşuyor ben yorum yapıyordum. Emekli öğretmenmiş.
Anılarını anlattı...
Sonra gözümün içine bakarak:

- kizim sevmek mi istersin sevilmek mi? dedi.
Ne cevap vereceğimi bilemedim.
- İkisini istesem çok şey mi istemiş olurum?
- İkisi sunulmadı. Sana sadece birini seçme hakkı veriliyor.
Düşünüyorum düşünüyorum cevapsızım. Sevilmek, evet çok güzel. Sen sevmedikten sonra o seni sevse ne olur?
Ya sevmek? Eğer karşındakinin seni sevmediğini anlarsan, o da acı verir.
Ben karşımdakinin beni sevmediğini öğrendiğimdeki acıyı tatmak pahasına da olsa sevmeyi seçtim.

- Evet, cevabım SEVMEK. Bu sorunun cevabını siz de verecek misiniz?

Kurşun Kalem

Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu:
“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikaye olma ihtimali var mı?”

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:

“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.

“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç de farklı değil ki!”

“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.

“Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Allah’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”

Ah M(B)ine\'l-Aşk

Bir çoğalmadan ibarettir aşk, bir coşmadan, kabarmadan, büyümeden ibarettir.
Devamlı artmayan bir duygunun aşk olması ne mümkün?

Sözün var olduğu günden beri, en fazla sarf edildiği alan aşktır. Aşk
üzerine söylenmiş sözlerin sınırı yoktur. Belki söylenmemiş söz de yoktur;
ama her dönemde başka türlü söylenmekten dolayı çoğalan söz vardır. Söz nötr
bir varlıktır, üst derecesi kelam, alt derecesi laftır. Sözün kelam
derecesinde konusu aşktır. Söze en güzel manayı aşk verir. Bütün
boyutlarıyla sözü aşkla söylediğiniz zaman sözün güzelliğini hissedersiniz.
Bir cümleyi aşkla yazın; görün cümle ne kadar güzelleşir. Usulen yazılan
cümleden muhatabın alacağı pek bir şey yoktur.

Hayatin aşktan yoksun olduğu hiçbir zaman gösterilemez ki. Bitkinin hayati
olsun, insanin hayati olsun, dünyanın hayati olsun, bütün hayatların her
kademede aşka ihtiyaçları vardır.

Aşkla bakmak; yürekle bakmak demektir. Göz sadece bir fonksiyonu yürütür;
ama fonksiyonun içini dolduran, onu san'ata dönüştüren gönüldür. Biz

Hissettiğimiz Kadar Severiz

Hayatımıza geldiği gibi
giden insanlar vardır...
Geldiği gün bizi sevince;gittiği gün ise hüzne boğar...
İçimiz kararır,hayata küseriz
Fırtına öncesi sessizlik gibidir aslında yaşadığımız...
Bir gölün yüzeyi gibi sakinizdir.Hatta dingin ve umarsız...
Sonra yavaş yavaş dağılır bulutlar,gün ışığı tekrar içimizi ısıtmaya ve buz tutmuş yüreklerimize işlemeye başlar...
Bu bir şanstır seven ve sevilen için,
Bir kısmet belkide bir daha bulunamayacak;
El ele tutuşmanın coşkusunu tekrar yaşama şansı
Belki;belki de bir hayal...Kurmanın bile insanı mutlu ettiği,eskiyi yaşayıp acı çekmeyi göze alabildiği,acı çekmenin bile güzel geldiği....
HEPİMİZ HAYALLERİMİZ KADAR VAROLURUZ;
VE HEPİMİZ SÖYLEDİĞİMİZ KADAR DEĞİL
HİSSETTİĞİMİZ KADAR SEVERİZ...
Ve bir gün anlarsınız ki sevgilerde gurur olmaz,gururun olduğu yerde zaten sevgi barınamaz..."

-alıntı-

Kuyudan çıkan...

Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş.
Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu. Düşmüş işte.
Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde.

Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.
Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı.
Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.
Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.

Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü.
Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi .