Yaşam

Denizden Gelen Haber

Benim böyle bir arkadaşım var. Dün akşam beynimde gülle gibi oturmuş bir sıkıntıyla ona telefon ettim:
“Hemen bize gel,” dedi. “Eşim uyuyor, ben de kendime kahve pişiriyordum.”

Kalkıp ona gittim. Onunla geçen bir saatten sonra, onunla her görüşmemden sonra olduğu gibi, kendimi daha iyi hissediyordum. Derdim yine olduğu yerde duruyordu ama, eski korkunçluğunu yitirmişti. Sallanan iskemlesine oturup hiç konuşmadan can kulağıyla sizi, sıkıntınızı dinleyen Ken’in yanında rahatlamamaya imkân var mıydı ki...

“Ken” dedim. “İnsanın kafasındaki sorunları çözmekte üstüne yok. Bunu nasıl başarıyorsun?”

Gözlerinden başlayarak bütün yüzüne yayılan bir gülümsemesi vardı.

“Vallahi” dedi, “senden yaşlı olduğum için daha tecrübeliyim de ondan.”

Hayır mânâsında başımı salladım:

Hayatın Gizemi Ve Mutluluğun Kaynağı

Hayata ve olaylara hep kendi penceremizden bakıyoruz. Hayatın seri akışına kendimizi öyle kaptırmışız ki, önümüzde, arkamızda cereyan eden olayların bazen hiç farkına varmıyoruz.

Çoğumuz için doğrunun adresi tek...

Hayat koşturmacasının peşinde geçen günlerimizi kimimiz sadece para kazanmak, zengin olmak, çocuklarımıza rahat edecekleri bir gelecek bırakmak için çalışmak olarak değerlendirirken; kimimiz de nasıl olsa bu dünya boş ve geçici felsefi düsturunu kendimize rehber edinmeyi tercih edenler grubuna dahil olmuşuz. Oysa ki hayatın elde edilmemiş ve keşfedilmeyi bekleyen milyarlarca güzelliği olduğunu, bize düşenin etrafımıza sadece bakmak değil, baktığımızı görmek düsturuyla hareket etmek gerektiğini pek çoğumuz bilmiyoruz.

Doğru Çalışmak

İki arkadaş, bir ormanda ağaç kesiyorlardı. Birincisi sabahları erkenden kalkıyor, ağaçları kesmeye başlıyor, bir ağacı devirir devirmez, hemen ötekini kesmeye başlıyordu. Dinlenmek bir yana, öğle yemeği için bile kendine zaman ayırmıyordu. Akşamları ise, arkadaşı eve döndükten sonra da çalışmasını sürdürüyor, ondan birkaç saat sonra evine dönüyordu. İkinci adam, ağaç keserken zaman zaman dinleniyordu. Akşam hava kararmaya başladığında ise, daha fazla çalışmaya gerek duymuyor, gecenin karanlığı bastırmadan evine dönüyordu. İkisi de çalışmalarını bir hafta bu biçimde sürdürdükten sonra, ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başladılar. Sonuç, ikinci adam için değil ama, birinci adam için çok şaşırtıcı çıktı. Çünkü arkadaşı, kendisinden daha çok ağaç kesmişti.

Güzel Görebilmek

Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı.



"Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanırım çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salıncak dolu iki salıncak boş, dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, elele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine.



Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya."

Yarına Ertelemeyin

Eniştem, kız kardeşimin odasındaki alt çekmeceyi açtı ve çok süslü bir paket çıkardı. “Bu,”dedi “bir iç çamaşırı değil, çok şık bir giysi. ”


Paketi açtı ve içinden harika, ipek, el yapımı bir iç çamaşırı çıktı. Ucunda onun astronomik fiyatını gösteren fiyat etiketi duruyordu.


“Jan bunu New York’a gittiğinde ;en az 8-9 yıl önce almıştı. Bunu asla giymedi. Çok özel bir günde giyeceğini söylerdi. Sanırım işte şimdi o gün geldi. ”


O çamaşırı aldı ve yatağın üzerindeki diğer giysilerin yanına koydu. Bu giysiler, cenazeyi törene hazırlayacak olan görevliye götüreceğimiz giysilerdi. Sonra eniştem tekrar o ipek çamaşıra dokundu ve hırsla çekmeceyi kapattı.


“Asla, hiçbir şeyini özel günler için saklama. Yaşadığın her gün özel bir gündür, unutma!” dedi.

Sakın emeğini bilmeyenlere sunma

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.



Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.

Hayatımı Yeniden Yaşayabilseydim Eğer

Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim. Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım. Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.



Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım. Yerler leke olacak diye korkmazdım. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.



Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu “garantilidir” denilen hiçbir şeyi satın almazdım.

Bir Hiç Uğruna

İkinci dünya savaşı yıllarında, Alman'lara karşı mücadele eden bir Fransız birliğinde çarpışan iki arkadaştan biri ağır yaralanmıştı. Geri çekilen Fransız birliği, yaralı askeri çatışma alanında bırakmıştı. Yaralı askerin arkadaşı, çatışma alanına dönüp arkadaşını getirmek istiyordu.


“Arkadaşın herhalde ölmüştür” dedi komutan. “Onun cesedini getireyim derken kendi hayatını tehlikeye atmanın gereği yok.”


Fakat, askerin bitmek bilmeyen ricaları karşısında, komutan yumuşadı. Bir müddet sonra çatışma alanından geri dönen askerin sırtında, yaralı bir beden değil, bir ceset vardı.


“Görüyorsun” dedi komutan, “bir hiç uğruna hayatını tehlikeye attın.”


“Hayır” diye cevap verdi asker. “Onun benden istediği şeyi yaptım ve ödülümü aldım. Onu kaldırıp kollarımın arasına aldığımda, henüz ölmemişti.

Dostluklar

Yüzyüze dostluklar vardır.

Güneşle ayçiçeğinin dostluğu böyle bir dostluktur mesela. Ayçiçeği sabahtan akşama kadar hiç ayıramaz yüzünü güneşten...



Uzak dostluklar vardır.

Denizlerin ortasındaki bir adayla, dağların arasındaki bir göl, birbirlerinin uzak dostlarıdır. Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine...



Sessiz dostluklar vardır.

Dilsiz bir adamla, duymayan bir başka adamın elleri arasında sessiz bir dostluk oluşur. Her şeyden konuşur sessizce bu eller...



Zorunlu dostluklar vardır.

Pazarla pazartesinin dostluğu gibi. Pazar ağır bir gündür, Pazartesi hızlı bir gün... Ayak uyduramazlar birbirlerine. Ama dost olmak, yanyana durmak zorundadırlar...



Uzun dostluklar vardır.

İkindi güneşinin altında uzayan gölgeler birbirlerine kavuşurlar ve uzun boylu bir dostluk oluşur aralarında...



Günün birinde ölen dostluklar vardır.

Yaşlı Bilge

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.



"Onlar dedi, benim için iki simgedir evlat.”



“Neyin simgesi” diye sordu çocuk.



“Iyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”

İnsanlar Vardır

İnsanlar vardır;

Üstü nilüferlerle kaplı,

Bulanık bir göl gibi.

Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.

Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı,

İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı.

Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz.

Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz.



İnsanlar vardır;

Derin bir okyanus.

İlk anda ürkütür, korkutur sizi.

Derinliklerinde saklıdır gizi.

Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız.

Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.



İnsanlar vardır,

Coşkun bir akarsu.

Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.

Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler.

Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz.

Bu tip insanla bir ömür dolmaz.



İnsanlar vardır;

Sakin akan bır dere. İnsan rahatlatır,

Huzur verir gönüllere.

Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.

Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.



İnsanlar vardır;

Rüzgar Estiğinde Uyuyabilir misin?

Genç bir adam Amerika’nın batısındaki bir çiftliğe iş başvurusunda bulunmuştu. Çiftliğin sahibi ona özelliklerini sorduğunda genç adam kendine güvenen bir edayla şöyle cevap vermişti:

"Rüzgar estiğinde dahi uyuyabilirim"

Bu söz yaşlı çiftlik sahibinin kafasını çok karıştırmıştı, fakat bu zeki genç adamdan da çok hoşlanmıştı bu yüzden onu işe aldı.

Birkaç gün sonra yaşlı çiftlik sahibi ile karısı geceyarısı çok sert ve şiddetli bir rüzgarla uykularından fırladılar. Bir sorun çıkma ihtimaline karşı her yeri kontrol etmeye başladılar.

Pencere ve kapıdaki kepenklerin sıkıca kapatılıp kancalarının yerlerine takıldığını gördüler.

Acele Karar Vermek

Öykümüz ünlü Çin düşünürü, Taoizm'in iki kurucusundan biri olan Lao Çu'nun (Lao Tzu) devrinde geçer. Lao Çu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış.



Efendim köyde yaşlı bir adam varmış. Çok fakir. Ama imparator bile onu kıskanırmış.. Öyle dillere destan beyaz bir atı varmış ki.. Imparator at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. Insan dostunu satar mı?"dermiş hep..



Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylüler ihtiyarın başına toplanmış.. "Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. İmparatora satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler..

Eski Bir Mezar Yazıtı

Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çaliş. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun, bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol. Telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır. Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen. Hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış olmazsın. İşini öyle sev ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Dünya Ayna Gibidir

Meşhur piyanist Arthur Rubisnstein konserlerinden birinde küçük bir kızın
hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyormuş.
Ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürerek,
küçük kızı başından savmaya çalışmış.


Kız, tereddüt etmeden şöyle demiş:
"Ellerinizin ne kadar yorgun olduğunu biliyorum ama,
inanın benim ellerimde sizinkiler kadar yorgun."


Arthur Rubinstein anlayamamış ve nedenini sormuş küçük kıza;
"Sizi alkışlamaktan.." demiş küçük kız..


Karşınızdaki size değer veriyorsa eğer,
siz de ona değer vermekten hiç korkmayın.
Ama onun için değeriniz yoksa ya da onun değer listesindeki yeriniz
listenin sonlarına doğruysa korkun ona değer verirken..


Dünya bir ayna gibidir;
siz onu gülümseyerek karşılarsanız,

O da size gülümser...

(alıntı)