Ümit

Tıkanıp Kaldığında Hayat

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,

Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,

Dağlara dönmeli yüzünü insan.

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;

Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni keşifler yapacak....

Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, Gerçekleştirmeyi denemeli!

Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,

Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.

Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,

Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,

Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;

Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip

Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;

Gördüğünü hissedebilmeli!

Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce.

İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!

Başkasının yerine koyabilmeli kendini;

Kelebek

Öncesinde kırmak için verdin uğraşı
Çırpınışın boşa değildi bilemezdin ki
Vurdukça kanatlarını durmaksızın
Kozasına hayatın öğrenmeliydin
İki günlük nefes için bu çırpınış
Uçtun , heveslendin
Gözlerinden ışıklar saçtın
Renkler açtın kanatlarında
Bir köşede çürüyen kozana bakmadan
Gittin gidebildiğin kadar
Bilmeliydin kelebek
Önce çıktığına
Sonra uçtuğuna
Rengine, nefesine
Şükretmeliydin.
Ölümdü gelen peşin sıra
Bakmalıydın ardına

Sen rüzgarın savurduğu yöne mahkum
Kuru kanatlı iskelet
Bahara ihanet eden çiçekler
Şimdi hani nerde
Nerde güzellikler
Hayat hiç bitmezmiş gibi gelir
Demedi mi sana melekler ?
Yoksa duymadın mı ?

Can ki emanet
Sen ki seni sakınana ettin ihanet
Rüzgara kapıldın
Savurduğunu bilmeden seni alevlere
Uçuramadı kanatların
Yalvarışların boşa
Sen ki kelebek
Duymalıydın
Ne diyor semada melekler

Ve ışığında dönen semazen kanatlılar
O yüce sevgi yumağının
Sonsuzu beklemekdi gayretleri
Korkuya yer yoktu
Bir bir düşüyorsa da canlar
Bilirlerdi kelebek
Onları bekliyordu
Tüm güzellikler

SABIR neydi...

Nur-ı aynım, iki gözüm, bildinmi neydi sabır?

Ya neydi kirpiğinin kıvrığına tutulup kalan burukluk.Hani neydi nesre çevrilemeyen söz. Neydi bilgiye adanmış ayazların derununu dolduran acı.

Sabır bir aydınlık,sabır bir teselli... Büyük sahraya yağmur,istiridyeye inci... Sabır göz pınarlarını kurutan ferahlık; sabır hüzünler kulübesinin ışığı... Eyyub ile Yakub, Derviş ile Sultan...

Nur-ı aynım,iki gözüm bildinmi neydi sabır?

Haşre dek yokluğa hüküm giymiş bir güzelin kadehindeki iksirmiydi; son gezginin gözyaşlarıyla suladığı bir çiçekmi,ıssız harabelerin eşiğinde ıstırabı emerek büyümüş nazenin bir kelebekmi?

Karlı caddelerin kıyısında açmış ayın ondördü zambaklar bilir sabrı, nur-ı aynım, altın şehirlere uçan ebabiller bilir. Sadık rüyalarda bir gemi Ağrı dağına çıkar sabırla ve yaralı süvariler geçer kehkeşanlardan darüşşifalara doğru. Serazad türküsüyle hercai bir bülbül konar Kitab'ın son sayfasına, sabrı şeydalanır seherler ve sabahlar boyu nur-ı aynım, sabrı şeydalanır.

Gözlerim gözlerine bakmak içindir!

Bir geldin. Hasretini bıraktın zindanıma. Karanlık karanlığa düştü. Gece gecenin üstüne indi.

Parmaklıklar dağıldı; yüzün esir aldı beni. Taşlar toz oldu; özlemin taş kesildi. Gözlerine zincirlediler gözlerimi. Gidişin hüzünlü bir sonbahardı, unutmadım.

Yıldırımlar düşürdün bakışından göğsüme Saçlarım beyaz alev aldı. Yandım. Taş üstünde taş oldum. Suskunluğum utançtan duvarlar ördü. Sağnak sağnak yağmur oldum, yağdım küskünlüğümün çölüne. Çığ olup kendi yalnızlığıma katlandım. Uzaklığını yorgan yaptım çıplak ruhuma. Sözün güneşin yüzünü güldürürdü, unutmadım.

Sessizliğin yeniden yeniye yanmış bir kül gibi. Rüzgâr aldı nefesimi. Buzdan sütunlara çarpıldı sesim. İçimin içinde bir gurbet oldun. Sen gittin gideli, dağlar yollardan saklanır oldu. Öyle derinleşti ki vadiler; gölgeler içine girmeye nazlandı. Bütün çöllerin tozlarını yutmuş gibi dudaklarım, ah etmekten bile usandı. Susuşun ibret dolu bir kitaptı, unutmadım.

Âh Efendim, Can Efendim, Gül Efendim!

Gelirim ey dost; ayaklarım kanasa da dikenlerden, dar kafeslerden kurtulup, kırıp zincirlerimi yine Sana gelirim. Gelmesem Sana, Sensizlikten yok olurum. Yolunda ölmek için, Seni ararken, Sende tükenmek için gelirim. Yalınayak, başı açık dosta kavuşmanın hayaliyle çıktım yola. 'Gül'e doğru savurdu rüzgâr beni. Dağın bağrındaki ateşten, kâinatı ısıtan güneşten sordum gül diyarını. "Güllerin Efendisi'nden destur almak için ne lâzım." dedim. O'nun adını duyunca; dile geldi dağlar ve taşlar, tebessüm etti güneş. Hepsi bir ağızdan, "Teri gül kokan Gül Sultanı'ndan kabul görmek için seher kapılarının önünde kul olasın, bel kırıp boyun burasın. Hakk'a yönelip el pençe divan durasın." dediler. Sonra, "İnsan olana saygı duyasın, kırık gönüllerde tahtlar kurasın, yaralı gönüllere muhabbetinle merhem olasın." diye nasihatte bulundular. "Hakk'ın sadık dostuna, hidayetin güneşine, inayetin gözbebeğine, rahmetin timsaline, rububiyet saltanatının dellâlına, kâinatın muallimine, Habib-i Zîşan'a ve O'nun âline ve ashabına milyon kere salât ve selâm olsun." dediler.

Biz bu sonbaharda buluşacaktık...

Biz bu sonbaharda buluşacaktık...'

geleceğin yollara umudumu yerleştirdim. dikenlerin üzerine sevdamı
gergef yaptım ki, hepsi güle dönsün. bahar gelecekti, sen de
gelecektin baharla. o zaman visaline açacaktı bütün çiçekler ve visal
kokacaktı her biri. rüzgâr vuslat türküleriyle esecek, yapraklar sana
(s.a.v) doğru kımıldanacak, semalar gelişine ağlayacaktı sevinçten.
sen (s.a.v) gelecektin, bulutlar siyah örtüsünü çıkaracaktı. yıldızlar
sönecek, aydınlığında parlamaya devam edeceklerdi. sen (s.a.v)
gelecektin; ay kararmışlığını seninle giderecek, güller gibi kokmanın
ne demek olduğunu senden öğrenecekti. sen (s.a.v) gelecektin; güneş
yeniden tebessüm edecekti. Sen (s.a.v) gülecektin, zerreler ihtizaza
gelecekti. sen (s.a.v) gülecektin, bin bir Ebu Zerr bakışlı hasbi
yüreğimin çöllerinden geçip Bedr'e fethe gidecekti. sen
(s.a.v)gülecektin, kâinat gülecekti seninle.

'bahar geldi geçti, sen gelmez oldun.'

geleceğin yollarda, ümidim taşların gözyaşlarını barındırdı. dikenler
parçaladı sevdamın gergefini. bahar geldi, çiçekler hasretine açtı.

Bunu da aşacağız!

Bir Dost.......
Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...

'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...

Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.

Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...

En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...

Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.

Alkışlandığın da değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.

İnsan bazen vermeli, almak için...

Bir yürek vermeli önce, bir gönül

O yüreğe sevgi vermeli, dostluk vermeli
Umut ekmeli o sevgi, dostluğu büyütmek için
Bir hayat olmalı; iki kişinin paylaşacağı bir ömür çin
Zaman vermeli, anlayış vermeli
İsteklerine gem vermeli...
Bir ömrü paylaşmak için, iki kişilik sevgi vermeli
Dürüstlük vermeli saygılarını vermeli
Bazen ödün vermeli prensiplerinden...
Bazen sıkılmalı başkası için,
İstemediği şeyleri yapmalı paylaşmak adına hayatı
Biraz da cesur olmalı adım atmak için
Verdikten sonra beklemeli, almak için
Sabırla, umutları soldurmadan beklemeli
Bekleyişin hazzını tatmalı
Vuslatı arzulayarak, özlemlere umut ekmeli
İnsan vermeli önce kendisinden
Sonradan almak için...

Ama Bazen De İnsan Bazenlere Kalmamalı....

Leyla Bir Yudum Su

Gaflet devam etmektedir. Zehirli bal kaşıkla değil, petek petek yenir. Gaflet içinde gaflet; "Gel ey Leyla, gel ey candan yakın canan uzaklaşma, / Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma" yazdırmıştır defterin sırlı bir yerine.

Çile mevsimidir lâleler için... Soğuk, lâlenin kalbini yakmalı ki, içinde gizlenen esmâ aşkını nazarlara döksün... Çilesiz ruhlar ham yapılıdır, gelene sevinmez, gidene de üzülmez. Lâle kırağı görmeli ki, açsın. "Lâlenin çilesi de yalnızlıktır toprak altında." diyerek, bir yandan karı, diğer yandan donmuş toprağı eşeleyip içine tohum yerleştirenler, gözyaşı dökerken bunu mırıldanırlar. Ama anlaşılmaz bir dua daha vardır oracıkta dillenen; ancak bu ne duyulur, ne de hissedilir.

Eller açılıp, nefse tatlı gelenlerin terkedilme zamanı gelmiştir. Toprağın altındaki lâleler, üstündekilerin açılmasını beklerken bilinmez bir hisle kavrulmaktadır.

Herseyimi kaybettim

herseyim gözyaslarimda kaldi
akittim seni en sevdigim sandiga
üzerini güllerle kapladim
isminle mügürledim o kocaman sandigi
hep benimle kal istedim

bir sabah
özlemimi gidermek icin yine actim sandigi
gitmistin,
kurumustu sana ayit gözyaslarim

bir umut, sana ait olana dönersin diye
sadece yollunu kaybetmissindir diye
biraktigin izleri bulupta dönersin diye
bir umuttu iste
imkansizliga tutunmus bir umut
olmadi
herseyimi kaybettim

Gecenin Karanlığı!

Gecenin karanlığında bulmuştum seni.
Kimbilir hangi acımasızlar incitmişti,
kimler kırmıştı yüreğini.

Oysa ben yokluğunda avutmuştum gönlümü
oysa ben sensizlikte bulmuştum seni.
yağmur yağıyordu, ıslanmıştın.
belli üşümüştün de.

seni aldım kalbime.
ümitlerimle besledim,
sevgimle ısıttım o üşümüş
o minicik ellerini
anlatamamıştın o geceyi, kendini.

kelimeler kifayetsiz kalıyordu sana bakınca.
sen kokuyordu oysa bütün gece
ve yine ağlıyordun sebepsizce.

umutlarını yitirmiş, o kimsesiz, o zavallı, o ufacık çocuklar gibi.
o perdenin arkasında saklanmış, o unutulmuş, o yaralı kalpler gibiydin

belliydi çektigin acının büyüklüğü
belliydi sana bu kadar sert çarpan rüzgarın nedeni
belliydi kırlangıçlar gibi pıt pıt atan yüreğinin bu denli zehirlenmesi
sıcak bir çay yaptım sana
için ısınsın diye, bu titrek tedirginliğin geçsin diye
sana hayallerimi verdim.
belki birgün geri gelirsin
diye
pencereleri sonuna kadar açtım

seni seyrediyordum
o sonsuza kanat çırpışlarındaki çoşkuyu
o kendine olan güveninin yerine gelişi

Yüreğim yanmadı hiç bu kadar..."

Hiç sevmedim kimseyi senin kadar....
Yüreğim yanmadı hiç bu kadar..."

Bir el bazen neleri ayakta tutabiliyor hiç düşündünüz mü

ve neleri yıkabiliyor tek başına ?

Bir eli tutmak bir insanı hayata bağlamakla eş değerde olabiliyorsa

eğer bunun adı aşktır.

Böyle bir eli tutmak hayatı bulmaktır belki de....

Hiç sevmedim seni sevdiğim kadar dersin birine ve sonra onun arkasına dönüp gitmesini izlemek

ne zordur. Bir eliyle hayata bağlamak bir eliyle o verdiği hayatı geri almak gibi...

Bazen mecburu ayrılıklar mecburi acılar yaratır.

Bile bile kapıyı aralık bırakırsın ve tüm yalnızlığın ve hüznün içeri dolmasına izin verirsin.

Buna rağmen aklının bir köşesinde sonsuzluk vardır. Bitmedik , bitemez , bitmeyecek...

Bir ömrü bir aşka adamaktır bu belki ve elbette yürek ister ayrıysan.

Dönüş yolları geçilemeyecek kadar darsa bile bir umut koyup sol yanına beklersin hayatının

ışığının o derin karanlıktan gelmesini. Zaman geçtikçe göremez olursun hiçbir şeyi gözlerinin

Merhaba Hüzün...

Tekrar hayatıma hoş geldin. Epeydir uğramıyordun bana... Alışmıştım yokluğuna, hani iyiceydide... Bilmem nedendir son bir yıldır bırakmadın yakamı... Sana alışmıştım da. Belkide çok sevdin beni, yalnızlığımı, umutsuzluğumu, küskünlüğümü... Aslında bende sevdim seni galiba... Bir ara bıraktın beni ama ... Çok özledin ki geri geldin... Hoş geldin, umarım hayatıma verdiğin o burukluğu mutluluğa dönüştürmem için bana güç olursun... Bana mutluluk kaynağı olursun...

Seni seviyorum hüzün... Her ne kadar bazen bana çok acı versen de biliyorum ki gelişinle beraber, bana umudu da getirirsin... Farkındalığıda... Gerçi bunu farkına son iki gelişinde vardım ama olsun zararın neresinden dönülse kardır hesabı, yine de beni umutlandırıyorsun...

Hoş geldin hüzün... "Her karanlık gecenin mutlaka sabahı vardır" gerçeğini tekrar bana getirdiğin için hoş geldin... Hayatımı ne senle nede sensiz geçireceğimi biliyorum... Ama umarım bu gelişlerinin sonunda hep sabah olur... Ben bunun için elimden geleni yapacağım umarım sende yaparsın...

Seni seviyorum hüzün...

Umud Emek İster!

Bir mektup aldık, çok sevgili bir mecburi dinleyicimizden. Bakın neler söylüyor.....

Bahar geldi..Tepemde bir yığın karabulut..
"Yakışmıyor sana" diyor annem , "bu asık surat..."
Kime yakışır ki. Lâle mevsiminde hem de...
Hem de serumumuz olan Nisan yağmurları yağarken...
Çiçekler bayrak yarışındayken hem de..

Biliyorum... Kime yakışır ki asık surat...

Birileri çıkıp meydana hayattan , kelebeklerden, kuşlardan filan bahsetsin!
Umut dolu şeylerden bahsetsin.
Birileri çıkıp sorunu sorun olmaktan çıkardık desin!

Birileri çıkıp umut dolu şeyler söylesin..
Bahar , veda etmeden kalplere..

Olur, emriniz baş üstüne, gönüller dolusu sevgilerle başlayalım sözlerimize, bir parça umut düşürebilmek için kalbinize... Ama umut emekle büyür. Oturruken rahat döşeklerde çalmaz kapımızı, nisan yağmurlarının apansız gelişi gibi...

Bir gün sana "sen"i Getireceğim...

bundan sonra yazdıklarım bir iç geçirmekten öteye gidemeyecek belkide...belkide hep o kurduğumuz hayal denizlerin yamacına yerleştirdiğimiz küçük barakamızda yaşayacağım ben. senle sensiz düşler yaratacağım kendime, küçük çekimser çocukları dost kılıp kendime, özlem duyduğum oyunları oynayacağım onlarla birlikte. her gece hayata giden yollarımın yönünü sana çevireceğim...

aşkı koyacağım sensiz saatlerimin üzerine, sonra sende biriken o bin yıllık sevdayı... günün tüm oyunlarına o sıradan, basit ,sahte yaşadığımız o hayatlara inat gecelerimi kendim olmaya, kendin olmaya kitleyeceğim. yarınların hayali düşecek aklıma, o içime umut tohumlarını senin ektiğin yarınların hayali....