Yalnızlık

...Şakaklarımdan Akıyor Hasretinin Alazları...

Gecenin karanlığına yüreğimi asıp sana yazıyorum. Yüreğimi sana kanatlandırıp seni düşlüyorum kırık dökük hayallerimde.. Uzakları aşındıran kelimelerimi satırlara serip seni soluyorum mürekkebimle. Yine yokluğun düşüyor hecelerime, yine yokluğun bir hançer gibi deliyor hücrelerimi..


Ne yapsam, ne etsem fayda etmiyor. Sensizlikte kanayan dudaklarımı nehirlerde yıkasam da silinir mi yokluğunun acılarını ?. Zaman sanki hasretinde durmuş.. Herşey hasrete prangalı…

Şakaklarımdan akıyor hasretinin alazları. Ayak uçlarıma düşen kangren geceyi kaldırıp yokluğunu yumrukluyorum sıvasız duvarlarda. Pervasızca yüzüme vuran yalnızlığın rüzgarları siliyor hasretinin kanla karışık terini…Olmuyor…Sensiz olmuyor işte. Hasretinde sesi kısılmış bir rüzgar gibiyim ..


Yutkunuyorum acının kanlı gözyaşlarını…Yapamıyorum, ne yapsam uyutamıyorum sensizliğin suskun kelimelerini…Ne zaman saçlarımı okşasa rüzgar, ılık nefesin biliyorum. Ne zaman gecenin koynunu serinleten ılık bir meltem esse yüreğime doğru, senin kokun diye ciğerlerimde soluyorum meltemleri.

Hüzün ....

Nikotin tadında bir şey bu
Ve alışkanlık yapıyor.
Hüzne alışık gönüller daha dayanıklı
Bunu biliyorum.


Hayata hep gözyaşı penceresinden bakmak
Acıyı saklamak ve
Onu mukaddes bir emanet gibi taşımak asilce
“ardımda yangın sonrası bir şehir var...
yıkıntıların üstünde hala dumanların tüttüğü...
köşe başlarında yaralı ve gönlü yaralı insanların
dalıp dalıp gittiği, sokak aralarında şaşkın kedilerin dolaştığı
yangın yeri bir şehir...



dönüp bakmıyorum
sırtımda alevlerin sıcaklığı hala göz yaşı kaynağım kurumuş
gözyaşı yollarımda sararmış otlar...
gözlerim ufukta...


kaçıp giden rüzgarı, yangını büyüten rüzgarı ve geciken yağmuru arıyorum...”
hüzün...
acının çiçeği...


acı ve acılar,onlara esir olmak yerine oynaşmayı tercih edenleri
bir heykeltıraş gibi biçimlendiriyor.
Acılarla oynaşmak...
Hüzün uzakların çağrısıdır...


Her gün yüzlerce,binlerce defa
Yollara düşerde düşünceleriniz,
Bedeniniz hapistir ve kaçıp kurtulamazsınız
Hüzün uzakların çağrısıdır....
Gidemezsiniz...

Vakti Geldi Sevgili/Gidiyorum

Gidiyorum sevgili
Üzerime dar gelen
Tüm kostümleri çıkartarak
Geldiğim kadar çırılçıplak
Gidiyorum

Bazen istemesen de
Kıyılıyor aşklara
Cılız bir mum ışığının
İsli alevinden düşmek
Kızgın bir damla gibi
Ve donan o damlada
Kıvrılıp kalmak tek başına
Yapayalnız
Ve cansız


Gidiyorum sevgili
Geceyi göğsünden
Günü gözlerinden kurşunlayarak
Ardımda sevdaya dair tek bir iz bırakmadan
Faili meçhul ayrılıklar dosyasına
Bir yenisini ekleyerek
Gidiyorum


Elimi ellerinin sıcağına uzatmadan
Bir veda busesi dahi kondurmadan
Gözlerimi gözlerinle
Sözlerimi sözlerinle buluşturmadan
Tıpkı bir kaçak gibi
Gidiyorum

Sakın korkuyorum sanma sevgili
Yakalanmak ve hapis olmak bir yüreğe
İsteğim özgürlük değil
İstediğim yürekte
Mahkum olmayışımadır isyanım
Ve artık bu onuru da
Yaşamalı yıkılmışlıklarım



Şimdi dudaklarımı son kez değdirirken
Senli sevgi şiirlerime

Uğurlama

Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman,
Uykusunda bir kuş ölür ecelsiz;
Alıp da başını gitmek istersin,
Karanlık sokaklar kör sağır dilsiz...

Ey sevda kuşanıp yollara düşen:
Bilesin bu yollar dağlar dolanır,
Yare ulaşmadan düşersen eğer;
Yarına sesinin yankısı kalır.

Gecenin ucunda gün aralanır,;
Yar sevdası ile yürek bilenir,
Sızılı bir ırmak uğurlar seni
Su olup akarsın, kır çiçeklenir...

Ey sevda kuşanıp yollara düşen:
Bilesin bu yollar dağlar dolanır,
Yare ulaşmadan düşersen eğer;
Yarına sesinin yankısı kalır.

Hoşçakal

Gidiyorum buralardan yalınayak ve üzgün
önümdeki uçurumlara aldırmadan
varsın hayallerim kurduğum yerde kalsın
o gerçekleşmeyen hayallerim.
ardımda yaralı bir yürek
kederli bir ömür
ve yoksul anılar bırakarak
çekip gidiyorum sevdiğim
hoşçakal gönlümün nazlısı, bağrımın sızısı
hoşçakal

gidiyorum başım önümde, gözümde nem
duramam artık ey aşk, ey sevdiğim
hüzne ve kedere boğulduğum bu şehirde
duramam
hiç bir anı kabul etmiyor beni
bedenim buz gibi soğuk
yüreğim param parça keder
kış kadar soğuk ellerim
ardımda yoksul bir sevda
ve bana ait ne varsa
bırakıp gidiyorum sevdiğim
hoşça kal anımın yazısı, kaderimin küskünü
hoşçakal

bütün yaprakları dökülmüş
dalları kırılmış bir ağaç gibi hıçkırarak
ve bırakarak ardımdan sırtımı yasladığım
çınar ağacını yaslı
meçhule giden acılar yüklü bir gemide

Evlilik Ebedî Bir İhtiyaçtır

Aile yuvasını bir yük kabul eden, tek başına bağımsız yaşamayı mutluluk sanan bir tanıdık, eşini boşamış, iki çocuğunu bir kenara atmış ve toplumun içine dalmıştı. Bu şekilde kendisine kimse karışmayacak, özgür kalacak ve hayatın tadını çıkaracaktı.

Ama bu hayali, sandığından da çabuk yıkıldı.

Aile yuvasının sıcaklığı gitmiş, toplum hayatının buz gibi havasıyla karşılaşmıştı.

İnsanların sahte dostluklarını çabuk fark etti. Çünkü parasının azaldığı yerde, dostları, kıymeti ve itibarı da azalıyordu.

Dışarının ihanetleri, eşinin dırdırından çok daha çekilmezdi. Uykusunu bölen çocuk sesleri, her gün gecelediği bar ve pavyonların soğuk çığlıklarından daha insaflıydı.

Aile fertleri yokluktan, parasızlıktan anlarlardı. Ama aç gözlü insanlar bu konuda çok merhametsizdi.