Ilgi

2. Aşama: İçinizdeki yaralı çocuğu tanıyın

Son alıştırmada, terapi dünyasında adına kişiliğinizin "anababa" denilen kısmı üzerinde çalıştınız. Bu, sadece başkalarının gereksinim ve istekleriyle ilgilenen değil, aynı zamanda onları yöneten ve hükmeden kısmıdır. Şimdi de içinizdeki "çocuk"la ilgili kısmı inceleyelim. Bu terimi, diğer bütün çocuklar gibi, sizin de doğuştan getirdiğiniz ya birtakım "doğal" özellikler:

hazırcevaplık, meraklılık, sezgi, yaratıcılık, şakacılık, maceraperestlik, duyarlılık, güvenilirlik, bencillik,ya da çocukluğunuzun ilk yıllarında içinde büyüdüğünüz çevreye veya gereksinimlerinizin karşılanma (ya da karşılanmama) şekline karşı geliştirdiğiniz uyum özellikleri:

Uyum, boyun eğme, beceriksizlik, ilgi çekme ihtiyacı, daleverecilik, asilik ve korkaklıktır.

Çocuğunuzdan uzaklaşmayın

Bazı erkekler eşlerini kaybettikten sonra, geçici bir süreliğine çocuklarından uzaklaşırlar. Çocuklarıyla ilgilenmezler, onlarla zaman geçirmeye dayanamazlar. Bazı erkekler ise ilk zamanlar çocuklarını görmeye bile tahammül edemezler. Tamamen psikolojik kökenli olan bu tepki erkeğin kendisine gelmesiyle sona erer. Ancak çok uzun sürdüğü zaman çocuğu da olumsuz etkiler. Zaten annesini kaybetmekten dolayı oldukça örselenen çocuk bir de babasından uzak kalınca kendisini tamamen güvensiz bir dünyanın içinde hisseder.

Eşinizi kaybetmiş olmanın acısı ne kadar büyük olursa olsun çocuğunuzdan uzaklaşmayın. Onun size ihtiyacı olduğunu asla unutmayın. Eşini kaybetmiş bir baba şöyle demişti: "Kızımı her gördüğüm an, eşim aklıma geliyor ve dayanamıyorum." Eğer siz de benzer duygular hissediyorsanız psikolojik yardım almanız gerekiyor demektir.

Çocuğunuzun annesi (ya da) babasıyla iletişimi asla kesmeyin

Boşanan çiftlerin en büyük sorunlarından biri de, eski eşle yapılacak olan görüşmelerdir. Eski eşle görüşmek sevimsiz ve sinir bozucu gelir. Hatta bazı çiftler, boşandıktan sonra bir daha birbirleriyle hiç görüşmezler. Oysa bu durum çocuk açısından son derece zararlıdır. Çocuğunuzun gerek kişilik gelişimi, gerek ihtiyaçları, gerek eğitimi için birbirinizle anne-baba olarak iletişim içinde olmanız gerekir. Unutmayın ki, sizler karı-koca olarak boşandınız, anne-baba olarak değil. Anne-baba olma sanatını, birbirinizden boşanmış da olsanız öğrenmeniz gerekli. Anne-baba olarak çocuğunuzun gelişiminden, yaptıklarından, yaşadıklarından, davranışlarından, arkadaş ilişkilerinden, okul yaşantısından, diğer ebeveynle olan iletişiminden, sorunlarından, başarılarından, kısacası çocuğunuzun hayatıyla ilgili her şeyden haberiniz olmalı. Zaman zaman çocuğunuzla ilgili kararlar almanız gerekecektir. Bu kararları eski eşinizle birlikte almalı, çocuğunuzun yetişmesi ve eğitimiyle ilgili davranışlarda ortak hareket etmelisiniz.

Duygu cimrisi olan babalar

Böyle de bir kişilik özelliği olur mu diyebilirsiniz. Evet oluyor. Bazı erkekler duygu cimrisi olabiliyor. Kadınlarda daha az görülen bu kişilik özelliğine erkeklerde daha çok rastlanıyor. Bu erkekler duygularını asla ifade etmek istemiyorlar. Özellikle de olumlu duygularını karşı tarafa söylemeyen, belli etmemek için özen gösteren bu erkekler, tıpkı parasını harcamaktan korkan cimri insanlar gibi, duygularını açığa çıkarmaktan korkarlar.

Bireysel yaşantılarında ve özel hayatlarında bu tutumlarından dolayı eleştiriler alan bu erkekler baba olduklarında da aynı tavırlarına devam ederler. Psikoterapi seanslarına katılan pek çok yetişkin danışanım şöyle demiştir: ´´Kendimi bildim bileli babamdan bir kere bile ´seni seviyorum´ kelimesini duymadım." ne kadar acı veren bir durum değil mi?

Babalar sevgilerini söylemezler mi?

Beş yaşında sevimli mi sevimli bir kız çocuğu ve ailesiyle terapi çalışmaları sürdürüyordum. Küçük kız neşe dolu, durmadan bıcır bıcır konuşan, sürekli sorular soran, yüzünden gülücükler ve merak ifadesi eksik olmayan, afacan bir çocuktu. Sorun ise, geceleri anne-babasıyla yatmak istemesiydi. Anne-babası çalıştığı için onları çok az gördüğünü , özlediğini ve onlara doyamadığım, bu yüzden de onlarla birlikte uyumak istediğini söylüyordu. Yani bu isteği korktuğundan dolayı değildi.

Sürekli annesine, babasına sarılıp yanaklarına öpücükler konduruyor ve onları çok sevdiğini söylüyordu. Kızı ona her sevdiğini söylediğinde annesi de ona ´´Ben de seni çok seviyorum" diyordu ama babası aynı yanıtı vermiyor, ´´Güzel kızım tatlı kızım" demekle yetiniyordu. Hiç unutmuyorum, bir gün bana "Babalar sevdiklerini söylemezler mi?" diye sormuştu.

Ben de ona "Elbette söylerler" demiştim. "Ama babam hiç söylemiyor ki" derken, cıvıl cıvıl bakan gözleri hüzünle dolmuştu.

Çocuğunuz ilkokula başlıyor...

Gördüğünüz gibi, sorumluluktan kaçış yok. Baba olarak aslında ne kadar da çok sorumluluğunuz varmış değil mi? Çocuğu ilkokula başlayan babaların çoğu kendilerini biraz rahatlamış hisseder; ne de olsa çocuk artık büyümüş ve ilkokul çağına gelmiştir, bundan sonra her şey biraz daha rahat olacaktır, çc cuk artık söz dinliyor, doğru ve yanlışı daha net görebiliyordur Bundan sonra tek bir sorun vardır: Ders çalışması. Eh, o göre de nasılsa annesi üstlenecektir. Ama babalar bu noktada da yanılmaktadır. Çünkü çocuğun eğitim hayatından ve başarılı olup olmamasından yalnızca annesi sorumlu değildir. Böyle bir şey de olamaz zaten. Çocuğun okumayı öğrenmesi, ders çalışma sorumluluğunu edinmesi ve başarılı bir öğrenci olması hem annenin hem de babanın katkısıyla olur. Ayrıca aile içerisinde huzurlu ortam da çok önemlidir.

Baba bana borc para verebilirmisin ?

Adam yorgun argın eve döndüğünde beş yaşındaki oğlunu kapının önünde kendisini beklerken buldu. Çocuk babasına, saatte ne kadar para kazandığını sordu. Zaten yorgun gelen adam, oğluna "Bu senin işin değil" diyerek karşılık verdi. Çocuk dayattı:

- "Babacığım lütfen bilmek istiyorum" dedi.

Adam: "Bu kadar çok bilmek istiyorsan söyleyeyim, saatte 20 dolar kazanıyorum."

Bunun üzerine çocuk, babasından bir istekte bulundu:

- "Peki babacığım, bana 10 dolar borç verir misin?" dedi.

Adam, daha çok sinirlendi:

- "Benim senin saçma oyuncaklarına ya da benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi derhal odana git ve kapını kapat."

Çocuk sessizce odasına çıkıp, kapısını kapattıktan sonra, adam sinirli sinirli düşünmeye başladı:

- "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?" dedi kendi kedine.

Aradan bir saat geçmiş, adam biraz daha sakinleşmişti. Çocuğuna, parayı neden istediğini bile sormadığı geldi aklına. Yukarıya, çocuğun odasına çıktı ve yatağında uzanan çocuğuna, uyuyup uyumadığını sordu.

- "Hayır uyumuyorum" diye yanıtladı çocuk.

“Eti de benim, kemiği de...”

Ziyaretine gittiğim arkadaşın öfkeli sesi, dükkânının dış kapısından bile duyuluyordu:

- Senin adam olacağın yok. Tamircinin yanına vereyim de gör gününü... İçeri girdiğimde, bu sözleri, ortaokul ikinci sınıfa giden oğluna söylediğini gördüm. Kendisine sordum:

- Hayrola, ne bu şiddet bu celâl Ali Bey?

- Hiç sorma, bunların yedikleri önünde, yemedikleri arkalarında; buna rağmen doğru dürüst okula bile gitmiyorlar. Öğretmeni aradı, dün okula gitmemiş. Onun için kızdım. Böyle devam ederse tamircinin yanına vereceğim. Para nasıl kazanılıyormuş öğrensin.

- Ali bey, sen hangi zamanda olduğumuzu unuttun her hâlde. Sorarım sana, gözün arkada kalmadan, “Eti senin, kemiği benim” deyip çırak olarak verebileceğin bir yer kaldı mı? “Eti de, kemiği de benim” devri başladı artık. Sen 30 yıl öncesine takılıp kalmışsın.

- Neden kalmasın? Sen çok kötümsersin!

- Sen kendinden pay biç. Yanında çalışan çocuklarla gereği gibi ilgilenebiliyor musun? Tabiî ki ilgilenemiyorsun. Sen neysen başkaları da öyle... Bunun üzerine arkadaş, içtenlikle sordu: